
Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, o zamanlar 29 yaşında bir piyade olan Adolf Hitler, maruz kaldığı ve geçici olarak kör olmasına sebebiyet veren bir gaz hasebiyle Kuzey Almanya'da askeri bir hastanede tedavi görmektedir. Almanya'nın yenildiği haberleri, Germen ulusu üzerinde büyük bir şok meydana getirmiş durumdadır. Zira dört buçuk yıl boyunca savaşılmış ve zafere çok yaklaşılmıştır. Bakıldığında Deutsches Reich, gerçekten de 1918 sonlarında Fransa'nın batısı ve Rusya'nın büyük bir kısmı olmak üzere geniş bir toprak parçasını işgal altında tutmaktadır. Ancak savaş kahramanı Erich Ludendorff'un batı cephesinde gerçekleştirdiği büyük taarruzdan beklenen başarının elde edilememesi sonucunda kasım '18'de ani bir çöküş yaşanmış ve harp boyunca geri plana atılmış olan donanma mensupları ile greve giden işçilerin çıkardığı isyanlar nedeniyle imparatorluk hükümeti paniğe kapılarak Hollanda'ya kaçmıştır. Hemen akabinde ise iktidar, sol ve müttefiklerinden oluşan yeni bir koalisyonun eline geçmiş ve bu hükümet de 11 kasımda İtilaf kuvvetleri ile ateşkesi imzalamıştır.
Mağlubiyetin kabulü karşısında gözyaşlarına boğulan yalnızca onbaşı Adolf değildir. Keza Kasım Ateşkesi, Almanya'nın çektiği acıları sona erdirmemiştir. İngilizler, silahlara veda edilmesinin ardından vakit kaybetmeden Almanya'ya yoğun bir ekonomik kuşatma uygulamış ve bunun sonucunda bilhassa çocuklarda yetersiz beslenmeye bağlı olarak vitamin eksikliğinden kaynaklanan raşitizm görülmeye başlanmıştır (çarpık dizler ve eğri bacaklar). Diğer tarafta ise Fransızlar, ordularının bel kemiğini kıran Verdun'da yaşadıkları travmanın da etkisiyle "onarım gideri" adı altında ödenmesi mümkün olmayan, yüksek meblağlarda savaş tazminatı istemektedirler. Toplam tazminat miktarı 132 milyar alman markıdır ve son taksitler (1920'li yıllarda asıl borç ödendikten sonra) "2010" yılında dek uzayacaktır. Tabii olarak mezkur tazminatın istenmesinin ardında yatan gerçek maksat, Alman ekonomisinin adil bir biçimde toparlanmasını ve ülkenin yeniden silahlanma girişiminde bulunmasını önlemektir.
1. Dünya Savaşı'nın hemen ardından yaşanan gelişmeler, sonraki 20 yıl boyunca tüm Orta Avrupa'yı şekillendirecektir. Harbin gerçek galibi, tartışmasız bir şekilde Amerika'dır. Başkan Woodrow Wilson önderliğinde yeni bir dünya düzeni kurmaya girişen Yankeeler, bu misyonu bir takıntı haline getirecek ve bilhassa 2. Dünya Savaşı sonrası Marshall Planı ile birlikte Avrupa'nın toparlanmasına öncülük edeceklerdir. Fransızların "üçüncü görkemli yıllar" adını verdikleri, Amerikan dolarının yarattığı bu refah dalgası ise 1970'li yılların ortalarında yaşanan petrol krizi ve durgunluk içinde artan stagflasyona dek sürecektir.
Velhasıl Müttefiklerin katılımıyla 18 ocak 1919'da başlayan Paris Konferansı'nda barış koşulları müzakere edilmiş, 7 mayıs 1919'da son metin Almanlara deklare edilmiş, 23 haziran'da alman parlamentosu'nca kabul edilmiş ve 28 haziran'da Paris'in Versay banliyösünde imzalanmıştır. Olup bitenleri dikkatli bir biçimde gözlemleyen, harp kahramanı Fransız general Ferdinand Foch'un duruma dair tespiti ise Avrupa'yı bekleyen karanlık günlere dair bir kehanet niteliğindedir: "Bu bir barış antlaşması değil, 20 yıl sürecek bir ateşkestir ..." (bkz: Versay Antlaşması)
1920'li yılların başlarında Almanya genelinde Hitler, tabiri caizse sağı yeniden küllerinden dirilterek ün kazanmıştır. Savaş sonrası ordu onu Münih'te casus olarak kullanmaktadır ve Alman İşçi Partisi (bkz: Deutsche Arbeiterpartei) adı verilen küçük bir siyasi oluşumun toplantısına katıldığı gün, tüm hayatı sonsuza dek değişecektir. Zira orada "olağanüstü" bir özelliğini keşfetmiştir: Hitabet yeteneği. Bugün izlendiğinde çoğumuza gülünç gelen bu nevrotik bozukluktan muzdarip şizofren adamın davranışları ve hitabı, o dönemde koca bir ulusu birkaç sene içerisinde topyekun bir savaşa sürükleyecektir ...
Hitler'in iktidar yürüyüşü esnasında güvendiği bir başka unsur da, Yahudi karşıtlığıdır. Bu tavır bazı çevrelerde popülerdir. Zira Yahudiler, savaş sonrası yaşanan ekonomik krizden diğer kesimlere nazaran daha iyi bir durumda çıkmışlardır. İntikam savaşından ve yozlaşmış parlamentoya son verecek milliyetçi bir hükümetten söz eden Hitler için, finans dünyası ile liberal medyada güçlü bir biçimde temsil edilen Yahudilerin aleyhine propaganda yapmak adına bu durum yeterli olacaktır ...
Mentoru olarak gördüğü Benito Mussolini'nin izinden gitmek isteyen ve İtalyan modelini benimseyen Hitler, bu bağlamda iktidarı zorla ele geçirmek adına ilk girişimini 1923 yılında gerçekleştirir (bkz: Birahane Darbesi) ancak kalkışma başarısızlık ile sonuçlanır. Polis ile çıkan çatışma sırasında yaralanan Hitler, olaylardan 2 gün sonra tutuklanır ve vatana ihanet suçlamasıyla mahkeme karşısına çıkar. 24 gün süren yargılanmasının akabinde ise 5 yıllığına Landsberg Hapishanesi'ne gönderilecektir. Bu hapis süresi içerisinde boş durmayan Hitler, Almanya'nın sorunlarını teşhis eden ve bir "tedavi programı" öngören Main Kampf isimli bir de kitap yazacaktır. Buna göre Almanya 2 cephede birden savaşma hatasından kaçınmalıdır. Rusya gerçek düşmandır ve onları yenmek, yeni doğuda yaşam alanları (bkz: Lebensraum) bulmak ile hammadde kaynaklarını ele geçirmek anlamına gelmektedir.
1929 yılına gelindiğinde işler yavaş yavaş Hitler'in istediği gibi gitmeye başlamıştır. Aynı yıl yaşanan Büyük Buhran'ın yarattığı ekonomik kriz, Almanya'nın son gerçek parlamento hükümetinin düşmesine sebebiyet vermiş ve Almanlar çektikleri sıkıntılardan dolayı yabancılar ile paralarını ülke dışına çıkardıklarını iddia ettikleri Yahudileri suçlamışlardır. Sonuç olarak Mark baskı altına girmiş ve konvertibl olmaktan çıkmıştır. Öyle ki Londra'ya gidecek olan Prenses Schönburg, dövizi olmaması hasebiyle 3. sınıfta seyahat etmek durumunda kalmıştır. Ulusal ticaret 2/3 oranında düşmüş ve Almanya ihracata dayandığından, kısa sürede 6 milyon kişi işsiz kalmıştır. Berlin korkunç bir karmaşa içindedir ve bu huzursuzluk ile nefret atmosferinin gölgesinde gerçekleşen '32 federal seçimlerinde muhafazakarlar ile yapılan anlaşmanın sonucunda Adolf Hitler ocak 1933'te Almanya'nın yeni şansölyesi olacaktır ...
Göreve başlamasının hemen ardından Hitler'in ilk önemli toplantısı generaller ile gerçekleşir ve onlara zaman kaybetmeden yeniden silahlanılması gerektiğini aktarır. Ona göre yeniden silahlanma Alman sanayiine iş imkanı sağlayacak ve işsizlerin bir kısmına istihdam oluşturacaktır. Bu program Versay Antlaşmasına aykırıdır fakat Hitler, savaş yorgunu dünyanın içerisinden geçtiği cendereyi hesap ederek batılı güçlerin herhangi bir tepki gösteremeyeceğini hesap etmektedir. Zaman Adolf'u haklı çıkaracaktır. Alman hava sanayii 3000 çalışanla yılda birkaç düzine uçak yaparak başladığı yeniden kalkınma programı kapsamında, 1939 yılına gelindiğinde 250.000 personel ile yılda 3000 savaş uçağı üreten bir kapasiteye ulaşmıştır. Havacılıktaki bu yükseliş, tarımdaki momentum ile birleşince 1936 yılında Almanların işsizlik sorunu ortadan kalkmıştır. Hitler artık halk arasında çok popülerdir ve bu popülaritesini çılgın fikirlerini hayata geçirmek adına bir kalkan olarak kullanır. Yahudi karşıtlığına yasal dayanak sağlanır ve 6.000 kapasiteli toplama kampları kurulmaya başlanır. Yüzbinlerce Yahudi ülkeden sürülür ve paralarına zorla el konur. '36 yılının yaz aylarında Hitler, Berlin'de düzenlenen olimpiyat oyunlarını paravan olarak kullanarak gerçek niyetini saklamayı sürdürür ve Stalin'in beş yıllık kalkınma planını bir uyarı işareti kabul ederek; Almanya'yı 4 yılda savunma savaşına, 7 yılda ise saldırı savaşına hazırlayacak çok kapsamlı bir başka silahlanma programının startını verir. Hitler aslında burada bir kumar oynamaktadır; zira Almanya'nın bu kadar yoğun bir silahlanmaya yetecek hammaddesi olmadığı gibi, uçak ve motorize savaş araçları için gerekli olan petrol , kauçuk ve demir dışındaki metalleri satın alacak dövize de sahip değildir. Aynı şekilde, sentetik petrol ve kauçuk imali için de büyük ve pahalı bir araştırma programı uygulanmaktadır. Luftwaffe komutanı Hermann Göring'in 4 yıllık organizasyon planı çerçevesinde devasa bir metalürji kompleksi inşa edilmiştir. Ülkenin totaliter yapısı derinleşmiş ve Gestapo '36 yılında Nazi Partisi'nin seçkin unsuru olan ve Henrich Himmler tarafından idare edilen Schutzstaffel yani SS ile birleştirilmiştir. Bütün bunlara ek olarak İspanya İç Savaşı ve Pasifik'teki gerilimler gibi gelişmeler de Hitler'e hamle zamanının yaklaştığını hissettirmektedir ...
Hitler ilk adımını Ren havzasına, nehrin batısında kalan Almanya topraklarına doğru atmaya karar verir. Savaş sonrası Fransızlar bu bölgeyi ilhak etmek istemiş ancak talepleri reddedilmiştir. Bunun yerine bölge askeri birliklerden temizlenmiş ve garnizonlar kaldırılmıştır. '36'da Almanlar bölgeye doğru ilerleyişe geçtiğinde Fransızların tepkisine set çekecek olan, trajikomik bir şekilde İngilizler olacaktır. Niyetleri Hitler'e istediğini vererek, onu başka konuları kurcalamaktan caydırmaktır. Bu yaklaşıma verdikleri isim ise "yatıştırma politikasıdır". Kasım 1937'de İngiliz dışişleri bakanı Lord Halifax Berlin'e gider ve Hitler'e, savaş sonrası antlaşmalarda değişiklik yapılması için barışçıl metotlara başvurulmasına "karşı çıkmayacaklarını" ima eder. İngilizler kesinlikle savaş istememektedir. Bunun üzerine Adolf, Berchtescaden'daki konutunda sıradaki hamlesini planlamaya koyulur: Avusturya.
11 - 13 mart 1938 tarihleri arasında Nazi Almanyası, 3 günlük hızlı bir ilerlemeyle Avusturya'yı topraklarına katar ve gerçek anlamda kimsenin kılı dahi kıpırdamaz. Aksine hem kardinal hem de bir zamanların sosyalist cumhurbaşkanı Karl Renner, Nazileri memnuniyet ile karşılarlar. Böylece Avusturya bir Alman vilayetine dönüşürken, Viyana'nın çeyrek milyon Yahudisi de ağır hakaretlere, şiddete ve yağmaya maruz kalır. Gemi iyiden iyiye azıya alan Hitler'in sıradaki hedefi ise Çekoslovakya olacaktır. Burada 3 milyon Alman yaşamakta ve ekseriyeti de Almanya sınırı yakınlarındaki Sudeten'de bulunmaktadır. Mezkur ülke, savaş sonrası antlaşmaların bir ürünüdür ve Çekler, Almanların saldırması halinde yürürlüğe girecek olan Fransızlarla ittifaka güvenmektedirler. Ancak yatıştırma politikası! kapsamında İngilizler bir kez daha devreye girmekte gecikmeyecektir ...
1938 yılının eylül ayında yaşlı İngiliz başbakanı Neville Chamberlain, Mussolini'nin önerisiyle Hitler'in de bulunacağı bir konferansa katılmak üzere Münih'e uçar. Çekler toplantıya davet edilmemiştir. Aynı şekilde, onların en büyük müttefiki olan Sovyetler Birliği de ... görüşmelerin sonucunda ise Chamberlain, Hitler'e Çekoslovakya'nın Almanların yaşadığı bölgelerini vermekte herhangi bir beis görmeyecektir ... Çeklerin fikri dahi alınmamıştır, oysa bu bölgelerde daha başka uluslar da hayatlarını idame ettirmektedirler. Münih Konferansı o tarihten itibaren literatüre utanç verici ve korkakça davranış adıyla giriş yaparken; Chamberlain bir süreliğine, savaşı engelleyen adam olarak çok popüler olur. Londra'daki hükümetin politikalarına en sert tepkiyi gösterecek isim ise Winston Churchill olacaktır.
Victoria dönemide ve Blenheim Sarayı'nda, ünlü atası Malborough Dükü'nün tarihi malikanesinde dünyaya gelen Churchill, kariyerinin ilk yıllarında liberal bir profil çizmesine rağmen zaman içerisinde imparatorluk yanlısı bir çizgiye kaymıştır. İngiliz tarihini görece en parlak dönemlerini bilfiil yaşamış ve Britanya İmparatorluğu'nu temsil eden dünyanın üçte birinin tadını almıştır. Cazibesi, zekası, çalışkanlığı ve zaman zaman da zorbalığı ile tanınan Churchill, 1930'ların dünyasında bir muhafazakar olarak ön plana çıkmaktadır. Hitler'den gerçek anlamda nefret eden biri olarak ona taviz vermenin, onu daha da azdıracağı konusunda defaatle uyarılarda bulunmasına karşın çok az kişi söylediklerine kulak asmıştır. Ancak gelinen noktada hasıl olan statüko, onu gündemin ilk sırasına çıkaracaktır ...
Bilahare Kristallnacht yani Kristal Gece olarak anılan 9 Kasım 1938 gecesi ve sonraki sabah, Almanya ve Avusturya'da Yahudilere karşı çok ağır şiddet olayları yaşanmıştır. Naziler tarafından dükkanlar yağmalanmış, sinagoglar yakılmış, 91 Yahudi öldürülmüş ve binlercesi toplama kamplarına gönderilmiştir. Açıkça görüldüğü üzere "Münih" artık Hitler'i "yatıştırmamaktadır". Gittikçe daha saldırgan hale gelen Nazi Almanyası, Japonya ve İtalya ile birleşerek bir tür faşist blok da kurmuştur. İşlediği insanlık suçlarına neredeyse kimsenin ses çıkarmaması karşısında kendi yankı odasında dünya hakimiyeti tahayyüllerine kapılan Hitler, daha da ileri gitmekte herhangi bir beis görmez ve mart 1939 Çekoslovakya'nın geri kalan kısmını da işgal eder. Bunu Sovyetler ile kurulan pakt ve 1 Eylül 1939'da Polonya'nın ilhakı takip edecektir. 3 Eylül 1939'da sabah 9 civarı İngilizler Nazilere ültimatomlarını ilettiklerinde, Fransız hükümetinin de kısa süre içinde aynısını yapacağını bildirirler (nitekim aynı gün saat beşte gerçekleşir). Artık zarlar atılmış ve 2. Dünya Savaşı resmen başlamıştır.
1939 yılının mart ayı, İngilizler için bir karar anıdır ve bir daha asla Nazilere güvenmeyeceklerdir. Geriye dönüp bakıldığında tüm bu yaşananlar çılgınca görünmektedir ve aslında Hitler'in faaliyetleri dünyayı, kelimenin gerçek anlamıyla "delirtmiştir". Bir şizofrenin peşine şu veya bu sebepten takılmış kadim bir ulusun muazzam yetenekleri, insanlığı, evrensel bir yıkım sürecine sokmuştur. '39 yılını yaşayanlar, Almanya ile savaşın o yaz zaten başlamış olduğunu ve bahanesinin spesifik bir olay olmadığını söyleyeceklerdir. Bir deli, dünyanın tıpasını çıkarmıştır ve gemi batmak üzeredir ...
Konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere; birkaç yıl evvel kaybettiğimiz kıymetli hocam Norman Stone'dan İkinci Dünya Savaşı, Basil Liddell Hart'tan İkinci Dünya Savaşı Tarihi ve John Keegan'dan İkinci Dünya Savaşı adlı eserleri tavsiye ediyorum.
Comentários