
Ege denizi kıyısında yer alan Parga köyünden bir balıkçının oğlu olan Pargalı İbrahim Paşa'nın kökenlerine dair çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bunlardan birine göre küçük İbrahim, Bosna Beylerbeyi İskender Paşa'nın düzenlediği bir akın esnasında esir alınmış ve bilahare Kefe'deki sancakbeyliği sırasında Şehzade Süleyman'a takdim edilmiştir. Bir diğer hikayede korsanlar tarafından kaçırılmış ve şehzadenin ikinci görev yeri olan Manisa'da yaşayan dul bir kadına köle olarak satılmıştır. Venedik balyosu Pietro Zen'in 1523 yılında hükümetine verdiği raporda ise bu iki öykünün bir karışımı karşımıza çıkmaktadır: Korsanlar tarafından ele geçirilen Pietro adındaki bir genç, İskender Paşa'nın dul kızına satılmış ve bir zaman sonra Şehzade Süleyman, Edirne'ye geldiğinde kadın ona "keman çalan, şarkı söyleyen ve yaşıtı olan" kölesi İbrahim'i takdim etmiştir. İlerleyen yıllarda Pargalı İbrahim, İskender Paşa'nın torunu olan Muhsine ile evlenmiş ve aile ile olan bağlarını güçlendirmiştir.
Süleyman'ın Manisa'daki şehzade hanesinde içoğlanı olarak hizmet eden İbrahim, 1520 yılında yeni padişah ile birlikte İstanbul'a gelmiş ve sultanın şahsi hizmetlerindeki en yüksek makam olan has Odabaşılığa getirilerek hem Süleyman'ın "gönlündeki yeri" takdis edilmiş hem de hizmetlerinden mütevellit ödüllendirilmiştir. İbrahim'in haziran 1523'te teamüllere aykırı bir biçimde, Enderun'daki kişisel hizmet görevinden doğrudan en yüksek kamusal hizmet makamı olan veziriazamlığa yükseltilmesi ise bilhassa saray eşrafında büyük bir şaşkınlık yaratmıştır. Zira padişahın diğer vezirleri kendilerini ispatlamak suretiyle mevkilerine tedricen terfi ederek gelmiş ve binaenaleyh hükümet işlerinde onlarca yıllık tecrübe edinmişlerdir. Hulasa onlar statülerini çalışarak elde ederken, İbrahim'e makamı "bahşedilmiştir". Nitekim Süleyman'ın bu kararı, veziriazamlık için sıranın kendisinde olduğuna inanan Ahmed Paşa'yı öylesine hiddetlendirmiştir ki, kendisine "teselli hediyesi" olarak verilen Mısır eyalet valiliği'nde ayağının tozuyla bir isyan tertiplemiş ve nihayetinde adı tarih yapraklarına Hain Ahmed olarak geçmiştir.
İbrahim'in başvezirliğe yükselişi nasıl daha evvel nasıl görülmedik bir hadise ise, bu görevdeyken sahip olduğu özerklik de aynı şekilde emsalsizdir. Pietro Zen, İstanbul'daki ilk görev süresini tamamladığı haziran 1524'te Venedik Senatosu'na yeni veziriazam için "her şeyi yapıyor ve her istediği yapılıyor" şeklinde bir bildiride bulunmuştur. Padişahın At Meydanı'nda İbrahim için inşa ettirdiği görkemli saray da (bkz: İbrahim Paşa Sarayı), onun olağanüstü statüsünün maddi bir vurgusu niteliğindedir. Pargalı ile alakalı ilk ayrıntılı değerlendirme ise '24 raporundan iki yıl sonra, yine bir Venedik balyosu olan Bragadin tarafından gelecektir. Balyos raporunda makbul vezir için: "Küçük yüzlü, solgun, fazla uzun olmayan, zayıf ve nazik bir adam. İlk başta herkes paşadan nefret etti, ama şimdi padişahın onu ne kadar çok sevdiğini görünce onunla dost olmaya çalışıyorlar. Bunlar arasında padişahın validesi ve "gözdesi" de (bkz: Hürrem Sultan) yer alıyor". Devam eden rapora göre veziriazam 150.000 altın duka gibi olağanüstü sayılabilecek bir yıllık gelire sahiptir: Bunun 100.000'i veziriazam, 50.000'i de Rumeli Beylerbeyliği maaşıdır. Bu servet, aynı zaman İbrahim'in kullanabileceği önemli bir kişisel himaye gücünü de beraberinde getirmiştir. Nitekim Pargalı'nın yerel cemaatlere hizmet, inşaat ustalarına ve işçilere iş imkanları sunan büyük hayır işleri arasında Mekke'den Balkanlar'daki şehir ve kasabalarda dek muhtelif yerlerde inşa ettirdiği irili ufaklı camiler, mektepler, tekkeler, hamamlar yer almaktadır. Öte yandan paşa, şair ve yazarların da gönüllü hamisi konumundadır. Kendisine ithaf edilmiş olan, eşanlamlı gibi görünen farsça sözcükler arasındaki farkları anlatan eser bilgi birikiminin de boyutlarını göstermektedir. İbrahim'in himaye ettikleri arasında kendi aile fertleri de yer almaktadır. Erkek kardeşlerinden ikisini saray hizmetine sokmuş, annesini ise kendi sarayına bitişik bir eve taşımıştır. Babasını da unutmayan "vefakar Pargalı", ona da Parga'da yıllık geliri 2000 dukaya tekabül eden mütevazı bir yöneticilik "ayarlamıştır". Mezkur çekirdek ailenin tamamı ihtida etmiş ve babası Yunus ismini almıştır.
Objektif bir değerlendirme yaptığımızda, Süleyman'ın saltanatının ilk yıllarındaki ihtişamın mimarı şüphesiz İbrahim'dir. Tarihi vesikalardan da anladığımız kadarıyla Pargalı; teşrifattan, giyim kuşamdan ve görsel sansasyon yaratmaktan iyi anlayan bir zattır. Padişah da çocukluk arkadaşının yeteneklerinin farkındadır ki, ona gerekli araçları ve fırsatları sağlamakta herhangi bir beis görmemiştir. Yazımızda çokça atıf yaptığımızda Venedikli gözlemcilerin Süleyman'a il signor (kral), İbrahim'e ise il magnificio demesi boşuna değildir. Pargalı'nın kıyafetlerinin süsü veyahut parmaklarındaki yüzüklerin gösterişi Süleyman'ınkinden geri kalmamaktadır.
Bir diğer çeken husus da İbrahim'in haziran 1524'te gerçekleşen düğünüdür. Bu hadise, Süleyman'ın saltanatının ilk büyük şenliğidir ve gelecekteki kutlamalar için emsal teşkil edecektir. Ancak mezkur düğün ile alakalı yanlış bir varsayımın düzeltilmesi zaruridir. Zira düğünün debdebesi İbrahim'in, Süleyman'ın kız kardeşi Hatice Sultan ile nişanlı olduğu faraziyesine dayandırılmıştır. Ne var ki, bu iddia birçok kez çürütülmüş ve İbrahim'in karısının, daha evvel de belirttiğimiz üzere, ünlü bir devlet adamının (bkz: İskender Paşa) torunu olan Muhsine olduğu artık büyük ölçüde kanıtlanmıştır.
Pargalı İbrahim Paşa'nın veziriazamlığı esnasında Osmanlı'nın ihtişamını büyütme çabaları, rönesans kral ile kraliçelerinin giderek daha da göz alıcı hale gelen sarayları ve dahi şahsiyetlerinden ((bkz: coğrafi keşifler) (bkz: fiyat devrimi)) daha üstün gözükmeyi amaçlayan bir yaklaşımla sürdürülmüştür. Süleyman'ın saltanatının ilk 15 yılı, askeri dikkati açısından ekseriyetle batıya odaklıdır. Aynı şekilde, savurgan ve gösteriş dozu yüksek propaganda savaşının hedefinde de Avrupa bulunmaktadır. Bilindik hikayeye göre batı dünyası, Süleyman'ın 1520'de tahta çıkmasıyla birlikte rahat bir nefes almıştır; zira selefi Yavuz Sultan Selim, savaş meydanlarında kazandığı zaferler ile hıristiyan alemini, sıradaki hedefin kendileri olması korkusuyla dehşete düşürmüş durumdadır ve onun idaresinde Osmanlı savaş makinesi durdurulamaz gözükmektedir. 1517'de Memlük devleti'ni tarumar etmesi hasebiyle Venedik tarafından Selim'i tebrik etmeye gönderilen Alvise Mocenigo'nun, "Afrika, Avrupa ve Asya'yı hakimiyeti altına alarak dünyanın efendisi olmayı ümit ediyor" ifadeleri boşuna değildir. Madalyonun diğer yüzünde ise İbrahim, efendisinin, babasının emellerini gerçekleştirmeye kesinlikle niyetli ve muktedir olduğunu avrupalı güçlere ispat edecek doğru enstrüman hüviyetindedir. Beynelmilel siyasette hükümdarların durumunu, topraklarının yerini ve ilgili diğer tüm konuları öğrenmekten tabiri caizse zevk alan Pargalı'nın, dil becerileri ve başta Venedikliler arasında olmak üzere sahip olduğu ilişki ve casus ağı da bu ilgisine destek sağlamaktadır. Bahsi geçen Venedikliler arasında ise bir kişi bilhassa öne çıkmaktadır: Alvise Luigi Gritti ...
Gritti, 1523 - 1538 yılları arasında Venedik doçu olan Andrea Gritti'nin İstanbul'da doğan 4 oğlundan biridir. baba Gritti, Osmanlı'nın başkentinde yıllar boyunca tüccarlık ile diplomatlık yapmış ve mevzubahis 4 oğul, muhtemelen İstanbul'da tanıştığı bir ya da birden fazla aşık / cariyeden dünyaya gelmiştir. Babasının toplumsal konumuna layık bir tedrisattan geçen Alvise, Venedik ve Padova'da okumuştur (Padova Üniversitesi, rönesans döneminde klasik incelemelerin canlandığı en önemli merkezlerden biri konumundadır). Anlaşıldığı kadarıyla babasının gözdesi konumundaki Alvise, eğitimini tamamlamasının ardından İstanbul'a yerleşmeye karar vermiş ve burada, gerçek anlamda, göz kamaştırıcı bir portre çizmiştir. Nitekim o vakitler sarayının bulunduğu istanbul'un güzide semtinin bugünkü adı, bu sıra dışı adamın lakabından ileri gelmektedir: (bkz: Beyoğlu) (muhtelif tarihçiler Beyoğlu isminin, Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u almak suretiyle nihayete erdirdiği Pontus Rum İmparatorluğu'nun hanedan üyelerinin İstanbul'a getirilmeleri ve bilahare mezkur semte yerleşip ticaret ile uğraşmaları sonucunda ortaya çıktığını iddia etmektedir). Velhasıl kozmopolit ve entelektüel 16. yüzyıl insanının en mükemmel örneklerinden biri olan Gritti, tüccarlar ile hümanistlerin ilgi odağı konumundadır ve mütemadiyen hem hristiyanlar hem de hem de müslümanlar için eğlenceler düzenlemekten geri durmamaktadır. Öte yandan Gritti, tıpkı babası gibi başka malların yanı sıra mücevher alım satımı yapan bir tüccardır ve Pargalı onu muhtemelen bu sıfatla Süleyman ile tanıştırmıştır. Ancak Alvise'in Osmanlı imparatorluğu'na asıl katkısı, diplomatik ve askeri alanda olacaktır ...
Daniello de Ludovici, 1534 yılında Venedik senatosu'na sunduğu raporda; Gritti'nin, İbrahim'i, veziriazamlığa tayin edildiği esnada deneyimin olmaması hasebiyle "dünya ve devletlerin yönetimi" konusunda eğitmek suretiyle onun gözüne girdiğini ifade etmiştir. Bu süreçte Alvise, Osmanlılar ile birlikte 3 sefere katılmış ve daha da önemlisi imparatorluğun Habsburglar ile sonu gelmez çekişme sahası olan Macaristan'da yürüteceği politikaların mimarlarından biri olmuştur. Nihayetinde bu hayranlık uyandırıcı adam, 1534'te osmanlı için savaşırken Erdel'de asiler tarafından öldürülmüştür.
İbrahim'in, Süleyman'ın ihtişamını sergileme programının başlıca danışmanlarından da biri olan Gritti, bu proje için yoğun bir çaba sarf etmiştir. Örneğin; Pargalı, Venedikli zanaatkarlara padişah için dört katlı muazzam bir taç ısmarlamıştır. Burada amaç, Süleyman'ın en azılı rakibi konumundaki Habsburg hükümdarı 5. Karl'ın (bkz: Şarlken) Roma İmparatorluğu üzerindeki hak iddiasına görsel olarak meydan okumaktır. Zira papa 7. Clementius 1530'da Bologna'da Kutsal Roma İmparatorluğu tacını Karl'ın başına taktığı sırada kendisi de üç katlı ikonik papalık tacını giymektedir. Ne var ki 2. Mehmet, 330 yılından itibaren Roma İmparatorluğu'nun merkezi konumundaki Konstantinopolis'i fethederek Roma'nın halefi olma konusundaki kendi hak iddiasını ortaya koymuş durumdadır. Aynı şekilde, Yavuz Sultan Selim'in büyüklüğü, Doğu Akdeniz ve Mısır'daki toprakları fethetmek suretiyle Doğu Roma İmparatorluğu'nu yeniden birleştirmeye dayanmaktadır. Şimdi de Süleyman, atalarının ele geçirdiği mezkur toprakların yegane hakimi sıfatını, kurnaz vezirinin yaptırdığı 4 katlı taç ile somut bir hale getirmiştir. Bologna'da düzenlenen gösterişli geçit törenlerine, osmanlılar, ordunun 1532'de avusturya'ya yaptığı uzun yürüyüş boyunca Süleyman'ın tacını sergilemek suretiyle karşılık vermiş; bu esnada Sırbistan'ın güneyindeki Niş şehrinde bulunan Habsburg elçileri, askeri geçidi bir caminin minaresinden izlemeye mecbur bırakılmışlardır.
1529 yılı itibariyle Pargalı İbrahim Paşa, imparatorluğun kamusal yüzü konumundadır: Osmanlı ordusunun seraskeri, diplomasinin efendisi ve Muhteşem Süleyman imajının emprezaryosudur. Peki ne olmuştur da Pargalı'yı, "hiç yaşamamış bir şekilde" ortadan kaldırma gereksinimi ortaya çıkmıştır ? Kimi tarihçiler İbrahim'in yok oluşuna giden yolda aşırı kibrini sebep gösterirken, kimileri de Safeviler'e karşı girişilen seferde yaptığı bir dizi hatadan dem vururlar. Buna göre; İbrahim'in Serasker sıfatıyla uyguladığı yanlış taktikler doğu cephesinde savaşın uzamasına sebebiyet vermiş ve sert kış koşulları askerleri zayıf düşürerek, bir bakıma savaşmaktan soğutmuştur. Öte yandan Pargalı'nın kudretli Defterdar İskender'i idam ettirmesi de, neticeleri itibariyle onun adına büyük zararlara yol açmıştır. Rivayete göre; Süleyman, vezirine savaş konusunda defterdarın nasihatlerinden yararlanma tavsiyesini vermiş ancak İbrahim bunun yerine, farklı açılardan rakibi olarak gördüğü İskender'i ortadan kaldırmayı tercih etmiştir. Bütün bunlara ek olarak İstanbul ahalisi de Pargalı hakkında pek de olumlu olmayan bir intibaya sahiptir. Yeniçerilerin 1525'teki isyan sırasında onun sarayını hedef almaları, bir bakıma bu durumun göstergesidir. Yine, İbrahim'in 1526'da Budapeşte kraliyet sarayından ganimet olarak alıp getirdiği bronz Herkül, Diana ve Apollon heykelleri de, toplumda kendisine karşı oluşan hoşnutsuzluğun artmasına sebebiyet vermiştir. Şair Figani'nin halkın tepkisini dile getirdiği beyiti, ahvali özetler niteliktedir: "Dünyaya iki İbrahim geldi. Biri putları yıktı. Diğeri putları dikti.". Figani bu hakareti nedeniyle işkence görmüş ve 1532'de asılmak suretiyle idam edilmiştir.
Süleyman ile İbrahim'in 1533'te Alvise Gritti'nin ikametgahına 3 saatlik bir ziyaret yapmaları da, İbrahim'in İslam inancının samimiyetine ilişkin kuşkuları yeniden alevlendirmiştir. Aslında ziyaretin bağlamı, Avusturyalı Habsburglar ile yürütülen zorlu antlaşma müzakerelerine dairdir.
Sonuç olarak İbrahim'e yönelik eleştirilerin yarattığı olumsuz hava öyle bir noktaya erişmiştir ki, Süleyman'ın ondan kurtulması "zorunlu" ya da "yararlı" hale gelmiştir. Genel olarak bakıldığında (ve şahsi yakınlığı bir tarafa) Süleyman, veziriazamından memnundur. Safevilere karşı düzenlenen seferin başlangıcında onu, tek başına ordunun başına getirmiş ve askeri liderliğine duyduğu saygıyı göstermiştir. Mısır'da ve 1527'de Anadolu'da çıkan karışıklıkların bastırılmasında başarılı bir performans göstermiş olan İbrahim, öte yandan Süleyman'ın batıya karşı elde ettiği zaferlerde, farklı sıfatlarla dahi olsa, her daim ciddi katkılar sunmuştur. Ancak nihayetinde kimse vazgeçilmez değildir ve söz konusu dünyanın zirvesinde bulunan Osmanlı İmparatorluğu'nun hükümdarı olduğunda, bu düşünce çok daha kolay pratiğe dökülebilmektedir.
Velhasıl maktul İbrahim Paşa, 1536 yılının 14 mart'ını 15 mart'a (Gaius Julius Caesar'ın katledilişinin yıldönümü olması manidardır. hicri takvimde 942 yılının Ramazan ayının 22. gününün, 15 marta tekabül ettiğini, İbrahim gibi antik tarihe düşkün olan Süleyman da pekala bilmektedir) bağlayan gece Enderun'daki odasında uyurken padişahın emriyle boğularak katledilmiştir. Pargalı'nın, gözden düşen diğer paşalara hep yapıldığı gibi başkalarının önünde boynunun vurulmayıp, hanedan üyelerine uygulanan infaz yöntemi olan ip ile katledilmesi, Süleyman'ın, "en iyi arkadaşına" son bir jesti şeklinde de okunabilir. Ancak sonraki süreçte cesedinin saraydan gizlice uzaklaştırılması ve kendisine ait herhangi bir mezarının bulunmaması da şerefinin lekelendiğinin açık bir göstergesidir. Bir iddiaya göre, maktulün bedeni Tersane-i Amire'nin arkasındaki bir zaviyenin bahçesine gömülmüş ve mezarının yerine gösteren yegane bir ağaç olduğu söylenmiştir. İbrahim'in ölümün ardından ona saygısını gösteren tek kişi ise Kumkapı'da paşanın anısına bir cami inşa ettiren zevcesi Muhsine olacaktır.
Konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere prof. dr. Tayyib Gökbilgin'den Kanuni Sultan Süleyman, İsmail Hakkı Uzunçarşılı'dan Osmanlı Tarihi - 2. Cilt: İstanbul’un Fethinden Kanuni Sultan Süleyman’ın Ölümüne Kadar ve prof. dr. Gülru Necipoğlu'ndan 15. ve 16. Yüzyılda Topkapı Sarayı / Mimari, Tören ve İktidar adlı eserleri tavsiye ediyorum.
Comments