
1943 yılının sonbaharında Almanlar Kafkaslar'dan çekilirken, artık ne Caucasus ne de İran petrolleri Mihver'in tehdidi altındadır. Binaenaleyh bu durum Stalin'i savaşın ilk yıllarındaki perişan halinden çıkartarak daha da güçlendirmiş ve bir bakıma Rusya, Kırım Savaşı öncesi konumunu geri kazanmıştır. Tehditkar ideolojisiyle yeniden bir süper güç haline gelen Sovyetlerin bu başarısındaki aslan payı ise grotesk bir şekilde Hitler'e aittir. Nazilerin 1941 ve '42 yıllarında Ruslara yaşattığı ağır kriz, Sovyet liderliğinin nihayet rasyonelleşmesini (mali ve askeri alanda) sağlayan bir sistem şoku işlevi görmüştür.
Hülasa Moskova artık sahnelere geri dönmüş ve bunun bir göstergesi olarak Stalin'in İngiliz ve Ruslar tarafından işgal edilmiş olan İran'ın Tahran şehrine bir seyahat gerçekleştirmesi planlanmıştır. Ancak mezkur yolculuğun görünenin dışında farklı bir sebebi daha vardır. Takvim yaprakları 1943 yılının kasım ayını gösterdiğinde, tam da Kızıl Ordu'nun Kiev'i Nazilerden geri aldığı ve eski sınırlarına yaklaştığı bir tarihte, kadim Acem başkentinde müttefikler bir konferans düzenlerler ve burada Rusya'nın Doğu Avrupa egemenliği dolaylı yoldan da olsa tanınır. Neredeyse son 40 yılını savaşarak geçiren dünya, artık tükenmiş durumdadır ve büyük harbin ivedi bir şekilde sona erebilmesi için Nazi savaş makinesi'nin yok edilmesi gerekmektedir. Anglo - Amerikan birliği ehvenişerde komünizmin yanında yer almak zorunda kalmış ve 200 yıllık ingiliz sorusu olan "Almanya mı, Rusya mı ?" sorusunun cevabı, yine ve yeniden Rurik'in çocuklarından yana olmuştur.
Madalyonun bir diğer yüzünde ise Churchill ile Roosevelt arasındaki bağlar giderek zayıflamaktadır. Elbette ikili, savaş devam ederken kamuoyunu memnun etmek adına iyi geçiniyor görünmek zorundadır. Nihayetinde her iki devlet adamı da dünya tiyatrosunun baş aktörlerindedir ve yine, Atlantik'in iki aristokratı arasında belirli bir ölçüde ortak bir anlayış da egemendir. Ancak gerilimin giderek tırmandığı, dikkatli gözlerden kaçmamaktadır. Herkesin aklında olan fakat açık bir şekilde dile getirmeye çekindiği en önemli soru ise, savaşın ardından İngilizlerin (ve Fransızların) imparatorluklarını yeniden kurup kurmayacaklarına dairdir.
Roosevelt ve neredeyse tüm Amerikalılar imparatorluklar fikrine şiddetle karşı çıkmaktadırlar ve kesinlikle mevcut düzenin sürdürülmesinin bedelini ödemek istememektedirler. Nitekim Yeni Dünya'da, İngilizlere uygulanan ödünç verme politikası konusunda bitmek bilmeyen tartışmalar gerçekleşmektedir ve Britanya'nın Yankeelerden aldığı yardımları kendi mallarının ihracatını arttırmak adına kullanması, bu tartışmaları daha da alevli hale getirmektedir. Tansiyonu düşürmek adına 1944 yılının temmuz ayında New Hampshire'daki Bretton Woods'ta savaş sonrası dünya ticareti ve finansını düzenlemek için bir toplantı düzenlenir ve İngilizler burada yıldız oyuncuları John Maynard Keynes'i sahaya sürerler. O dahi bütün konferans katılımcılarını ayakta alkışlamaya sevk eden söylem gücüne rağmen, Amerikalıları kesenin ağzını açma konusunda ikna edemez ve Bretton'dan bitkin ve mağlup bir şekilde ayrılır. İngilizler mezkur problemlerle nasıl başa çıkacaklarının idrakine ancak 1947 yılında varacaklardır. Odadaki filin dışarı çıkması gerekmektedir: Eğer Amerikalılar onları çökmek ile tehdit ederlerse, gerçekten çökeceklerdir.
Tahran'da istişare edilen bir diğer gündem maddesi ise savaşı nihai olarak bitirecek olan Avrupa Harekatı'nın ne zaman, nerede ve nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğine dairdir. Amerika savaşı mümkün olduğunca çabuk bir şekilde bitirmek istemekte ve bu bağlamda devasa bir Fransa çıkarmasına hazırlanmaktadır. Öteki taraftan İngiltere hala daha Dunkirk'te yaşadığı travmayı atlatamamış durumdadır ve Churchill amfibi işgale alternatif, farklı seçenekler üzerinde durulması gerektiğini savunmaktadır. Uzun tartışmaların ardından İngiliz başbakan, Akdeniz'den çıkarma konusunda ikna edilir fakat harekat içilen seçilen nokta, Fransa yerine İtalya olur. Bir milyondan fazla asker ve bombadırman uçağının katılımıyla gerçekleşecek olan operasyonda Churchill, harekatın Balkanlar'a doğru genişletilmesi halinde sonuca daha çabuk ulaşılabileceğini düşünmektedir. Zira bir Alman ordu grubu Yunanistan'da, bir diğeri ise Yugoslavya'dadır. Ona göre eğer Türkler savaşa girerse, İngilizler ile birlikte Wehrmacht'ı durdurabileceklerdir. Bu düşüncenin harita üzerinde akla yatkın görünmesi hasebiyle Churchill, Tahran'dan ayrılmasının akabinde dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile bir görüşme gerçekleştirir. (bkz: Adana Görüşmesi)
Adana'daki görüşmeden istediğini alamayan Churchill, daha sonra müttefiklerine neler yapabileceğini gösterebilmek adına asıl ödül Rodos olmak üzere Ege Denizi'ndeki adalara büyük ve gösterişli bir operasyon düzenlemeye karar verir. Ancak işgal fiyaskoyla sonuçlanır. hava kontrolü sağlanamaz, amfibi harekatlar yanlış gider ve Rodos'a hiçbir zaman ulaşılamaz. Almanlar ise yaşadıkları tüm problemlere rağmen bölgede iki büyük ada olan İstanköy ve İleryoz'u yeniden ele geçirirler. Binlerce İngiliz asker esir alınır. Almanların adalarda eziyet ettiği Yahudileri kurtaracak olan ise 1492'de olduğu gibi yine Türkler olacaktır. Doğruyu söylemek gerekirse, Amerikalılar bu fiyaskoyu izlemekten pek de rahatsız olmamışlardır. Zira bir çoğu Churchill'in Manş Denizi'ni geçerek yapılacak olan bir işgale karşı olmasından hoşnutsuzdur. Şimdi ise İngilizler kendi başlarına bir plan uygulamaya kalkışmış ve ellerine yüzlerine bulaştırmışlardır.
Yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere Tahran'da Doğu Avrupa'nın kızıla boyanacağı üstü örtülü de olsa belli olmuştur. Keza 1943 yılına gelindiğinde ekseriyetle komünistlerin örgütlediği direniş hareketleri gelişmiş ve Nazi işbirlikçileri mümkün mertebe ortadan kaybolmuşlardır. Vichy Fransası'ndan meşhur şahsiyetler müttefiklere sığınmış ve komünistler artık birçok yeri kontrolleri altına almıştır. Hatta Almanlar terk ettiğinde, bir süreliğine de olsa Kuzey İtalya'da dahi yönetimi devralmışlardır. Genel hatlarıyla Tahran'da alınan kararlar; Polonya'nın batıya kaydırılması, böylelikle Sovyetler Birliği'ne Molotov - Ribbentrop Paktı'nda verilen toprakların devri ve buna karşılık olarak Polonya'nın batıda Almanya'nın sanayi bakımından zengin bölgelerini alması şeklindedir. Bu bağlamda zaman içerisinde 5 milyon Polonyalı doğudan batıya göç ettirilecektir. Artık Churchill'in suç ortaklığıyla, Sovyet nüfuzunun başka ülkelere yayılması için önünde herhangi bir engel kalmamıştır. Nitekim 1944 yılının ekim ayında İngiliz başbakanı Moskova'ya gider ve anlaşmadaki son pürüzler de giderilir. İngilizler, Süveyş kanalı ve Orta Doğu petrolüyle birlikte Doğu Akdeniz'deki kilit konumları hasebiyle, Yunanistan'ı gerçekten istemektedirler. Stalin de bu konuda taviz vermeyi kabul eder. Gerçekten de savaşın sonunda iktidarı ele geçirmeye çalışan Yunan komünistler öldürüleceklerdir. Buna karşılık Churchill, nüfuz bölgesini yarı yarıya paylaşmayı kabul ettiği Yugoslavya hariç, Doğu Avrupa'nın geri kalan kısmından tamamen vazgeçer. Ancak Tito'nun komünist Yugoslav partizanlarına el altından muazzam yardımlarda bulunmayı da ihmal etmez. Zira İngiliz derin devletinin Yugoslav komünistlerle olan işbirliği çıkarları ile örtüşmektedir ve bu birliktelik 2 kez meyvesini vermiştir: Stalin'in 1948 yılında Tito ile yollarını ayırması ve Yugoslavya'nın 1991 yılında parçalanması.
Avrupa'nın daha batısında ise Stalin, Fransız ve İtalyan direniş güçlerindeki komünistlere Paris ve Milano kurtarıldığında iktidarı ele geçirmemeleri talimatını verir. Bunun yerine Sovyet lider, Amerikalılardan önce tanıdığı (ve Amerikalıların nefret ettiği) Fransız lider general Charles de Gaulle ile bir anlaşma yapmayı tercih eder. Buna göre zamanı gelince başkan de Gaulle, Anglo - Amerikan mali ve askeri sistemini zayıflatacaktır. 1968 yılına gelindiğinde Gaulle'e karşı Paris'te bir isyan hareketi başlar ve komünistler her açıdan onu devrilebilecek durumdadır. Ancak Moskova yine kızıllara durma talimatı verir; zira de Gaulle, kendileri için bir komünist rejimden daha yararlıdır. İşin çarpıcı tarafı ise bütün bu gelişmelerin Tahran'daki konferanstan itibaren öngörülmüş olmasıdır.
Konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere; birkaç yıl evvel kaybettiğimiz kıymetli hocam Norman Stone'dan İkinci Dünya Savaşı, Basil Liddell Hart'tan İkinci Dünya Savaşı Tarihi ve John Keegan'dan İkinci Dünya Savaşı adlı eserleri tavsiye ediyorum.
Comments