top of page

Roma'nın İhyası ve Belisarius: Kahramanın Yolculuğu



Bizans İmparatorluğu’nun 6. yüzyıldaki en dikkat çekici figürlerinden biri olan Belisarius, yalnızca askeri zaferleriyle değil, aynı zamanda siyasal sistem içindeki konumuyla da incelenmeye değer bir şahsiyettir. Roma mirasının yeniden ihyası fikrine sıkı sıkıya bağlı olan İmparator Justinianus, hükümranlığı boyunca bu ideali hem hukuk alanında gerçekleştirmeye çalışmış hem de askeri seferlerle batıdaki eski Roma topraklarını yeniden imparatorluğa katmayı hedeflemiştir. Bu bağlamda Belisarius, Justinianus’un bu büyük hedefini uygulamaya koyduğu en etkili araçlardan biri olacaktır.


Ancak Belisarius’un tarihsel önemi, yalnızca onun kazandığı savaşlarda değil, aynı zamanda içinde yer aldığı siyasal ilişkiler ağında yatmaktadır. Bizans sarayının girift yapısı, iktidar mücadeleleri ve kişisel sadakat ile siyasal çıkarların iç içe geçtiği bir zeminde, Belisarius’un yükselişi ve düşüşü, hem bireysel hem de yapısal dinamiklerin incelenmesiyle anlam kazanır.


  • Justinianus’un İmparatorluk Vizyonu ve Siyasi Zemini


Justinianus’un iktidarı (527–565), Doğu Roma İmparatorluğu’nun hem kurumsal hem de coğrafi olarak yeniden şekillendiği bir dönem olması hasebiyle dikkat çeker. Bu dönemde İmparator’un en büyük hedeflerinden biri, Roma İmparatorluğu’nun eski topraklarını geri kazanarak Renovatio Imperii yani "İmparatorluğun Yeniden Doğuşu" idealini gerçekleştirmektir. Justinianus’un bu hedefi, yalnızca askeri zaferlerle değil, aynı zamanda dini birlik ve hukuki reformlarla da desteklenmiştir.


Justinianus’un hukuk alanındaki en önemli girişimi olan Corpus Juris Civilis, sadece iç düzeni sağlamlaştırmakla kalmamış, aynı zamanda imparatorluğun evrensel bir düzen iddiasını da yansıtmıştır. Bu hukuki reform, İmparator’un mutlak otoritesini meşrulaştıran bir çerçeve sunmuş, dolayısıyla onun siyasi hedeflerinin ideolojik dayanağını oluşturmuştur. Buna paralel olarak, monofizitlik tartışmalarının ve Hristiyanlık içi ayrılıkların damgasını vurduğu bir dönemde, dini birlik sağlama arzusu da Justinianus’un merkezileşme politikalarının önemli bir boyutunu teşkil etmiştir.


Bu kapsamlı vizyonun uygulanmasında ise, güçlü ve sadık bir askeri komuta yapısına ihtiyaç duyulmuştur. İşte tam bu noktada Belisarius’un yıldızı parlamaya başlamıştır. Hem yetenekli bir stratejist hem de saraya bağlı bir figür olarak Belisarius, Justinianus’un ideallerini sahada hayata geçirebilecek az sayıdaki isimden biri olarak öne çıkmıştır. Ancak bu ilişki, ilk bakışta göründüğü kadar istikrarlı ya da güvene dayalı bir zemine oturmamaktadır; zira Bizans siyasetinde başarı çoğu zaman şüphe doğurmakta, güç ise sadakatle çatışabilmektedir.


  • Belisarius’un Yükselişi: Dara’dan Kartaca’ya


Belisarius’un Bizans ordusu içindeki yükselişi, hem yeteneği hem de zamanın siyasal ve askeri ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir. Erken kariyerinde, Doğu sınırında Sasanilerle yürütülen savaşlar onun askeri dehasını ilk kez görünür kılmıştır. 530 yılında Dara Muharebesi’nde gösterdiği başarı, Belisarius’un yalnızca bir savaş komutanı değil, aynı zamanda stratejik düşünceyi sahada uygulayabilen ender askeri liderlerden biri olduğunu ortaya koymuştur. Dara’da sayıca üstün bir Sasani ordusuna karşı kazandığı zafer, hem Bizans toplumunda hem de sarayda geniş yankı uyandırmış, Belisarius’un ismi bir kahramanlık sembolü haline gelmiştir.


Bu başarı, onun imparatorluk hiyerarşisinde daha merkezi bir rol üstlenmesinin önünü açmıştır. Justinianus’un batıya dönük yayılmacı politikasının bir sonraki hedefi Kuzey Afrika’daki Vandal Krallığı olunca, bu stratejik sefer için komuta görevi doğrudan Belisarius’a verilmiştir. 533 yılında başlayan bu sefer, Bizans askeri tarihinde olduğu kadar propaganda tarihinde de önemli bir dönüm noktasıdır. Belisarius’un sınırlı bir kuvvetle Kartaca’ya çıkması ve çok kısa sürede Vandalları mağlup ederek bölgeyi Bizans’a katması, onun hem cesaretini hem de askeri organizasyon yeteneğini perçinlemiştir.


Ancak bu zafer yalnızca bir askeri başarı olarak değerlendirilmemelidir. Kuzey Afrika’nın yeniden imparatorluğa katılması, Justinianus’un Renovatio Imperii idealinin ilk somut meyvesi olmuş ve binaenaleyh Belisarius, bu ideali fiilen gerçekleştiren başat figür olarak konumlanmıştır. Belisarius’un zaferi, imparatorluk propagandasında Roma mirasının yeniden canlandırılmasının bir simgesi olarak kullanılmıştır. Nitekim bu dönemde gerek Konstantinopolis’te gerekse imparatorluğun diğer merkezlerinde Belisarius’un adının halk arasında büyük saygı uyandırdığı, hatta halk desteğinin kimi zaman saray çevrelerini rahatsız edecek düzeye ulaştığı bilinmektedir.


Bu noktada Belisarius’un yalnızca bir asker değil, aynı zamanda potansiyel bir siyasi figür olarak da algılanmaya başlandığı söylenebilir. Saray entrikalarına karşı temkinli bir duruş sergilemiş olsa da, kazandığı zaferlerin ve halk nezdindeki itibarının, Bizans siyasetinin paranoid doğasında bir tehdit unsuru olarak değerlendirildiği açıktır. Bu durum, ilerleyen dönemlerde Belisarius’un sarayla olan ilişkilerini belirleyecek en temel çelişkilerden birini doğuracaktır: Sadakat ile güç arasında giderek belirginleşen gerilim.


  • Roma’nın Kalbine Sefer: Got Savaşları ve İtalya’nın Gölgesinde


Justinianus’un Batı’yı yeniden fethetme projesi, Kuzey Afrika’daki Vandal Krallığı’nın düşmesinden sonra İtalya’ya yönelmiştir. Bu yönelimin ardında yalnızca tarihsel mirasa duyulan özlem değil, aynı zamanda Akdeniz havzasındaki stratejik dengeyi yeniden şekillendirme arzusu da bulunmaktadır. İtalya’nın yeniden Bizans hakimiyetine alınması, hem siyasi hem de ideolojik anlamda "Roma"nın meşru varisi olma iddiasının tahkim edilmesi bakımından kritik öneme sahiptir. Bu büyük görevin yine Belisarius’a tevdi edilmesi, onun imparatorun gözündeki yerini koruduğunu göstermektedir; ne var ki bu sefer, önceki zaferlerden çok daha çetin ve çelişkili bir süreci de beraberinde getirecektir.


535 yılında başlayan Got Savaşları, Belisarius’un askeri kariyerinin en uzun ve en karmaşık cephesini teşkil eder. Sicilya’nın hızla ele geçirilmesinin ardından, Güney İtalya boyunca ilerleyen Bizans kuvvetleri, Ostrogotların başkenti Ravenna’ya kadar ilerlemiştir. 536 yılında Roma’nın alınışı, sembolik açıdan büyük bir zafer olarak değerlendirilmiş; zira bu gelişme, Doğu Roma’nın yalnızca toprak değil, tarihsel meşruiyet iddiasını da yeniden tesis ettiğinin işareti sayılmıştır. Ancak bu süreç, zaferin her zaman siyasal istikrar getirmediğini de göstermiştir.


İtalya’da yürütülen savaş, klasik anlamda bir cephe hattından ziyade bir dizi kuşatma, isyan ve karşı saldırıdan oluşan, yıpratıcı bir çatışmalar silsilesine dönüşmüştür. Belisarius, bir yandan Got ordularıyla savaşırken, diğer yandan yerel aristokrasiyle ilişkileri yönetmek ve Bizans’a duyulan güvensizlikle baş etmek zorunda kalmıştır. Üstelik bu dönemde Justinianus’un sarayından gönderilen emirler, çoğu zaman siyasi hesaplara dayalı bir kuşku ile şekillenmiş; Belisarius’un yetkileri kısıtlanmış, lojistik destek yetersiz bırakılmıştır.


Mezkur gelişmeler, Bizans siyasi sisteminde başarıya duyulan yapısal güvensizliğin bir yansıması olarak da değerlendirilebilir. Belisarius’un Roma’da kazandığı halk desteği, onun yalnızca bir komutan değil, potansiyel bir siyasal aktör olarak görülmesine neden olmuş; bu da saray çevrelerinde rahatsızlık yaratmıştır. Nihayet 540 yılında Ravenna’nın alınmasından sonra, Belisarius’un Gotlar tarafından “Batı Roma İmparatoru” unvanıyla tahta geçirilmek istenmesi – her ne kadar kendisi bu teklifi reddetmiş olsa da – Justinianus’un şüphelerini pekiştirmiştir.


Bu olayın hemen ardından Belisarius’un geri çağrılması, yalnızca bir askeri rotasyon kararı değil, imparatorluk içindeki güç ilişkilerinin açık bir göstergesidir. Zaferle taçlanan bir sefer, komutanı için bir terfi değil, gözaltına alınacak kadar ciddi bir kuşkunun sebebi haline gelmiştir. Böylece Belisarius’un İtalya’daki başarıları, onun siyasi yalnızlığının da başlangıcı olmuştur.


  • Sadakatin Bedeli: Siyasi Gözden Düşüş ve Belisarius Efsanesi


Belisarius’un kariyeri, Bizans tarihindeki en çarpıcı paradokslardan birine işaret eder: Devletin kaderini belirleyen zaferler kazanmış bir komutanın, aynı devletin siyasi aygıtı tarafından sistematik olarak dışlanması. İtalya seferinin ardından saraya geri dönen Belisarius, bir süreliğine gözden uzaklaştırılmış, ancak doğu sınırında yeniden ortaya çıkan Sasani tehdidi nedeniyle 541 yılında tekrar görevlendirilmiştir. Buna rağmen, daha önceki dönemlerle kıyaslandığında, yetkileri açıkça kısıtlanmış, askeri kararları daha sıkı bir denetime tabi tutulmuştur. Bu durum, onun yalnızca bir savaş aracı olarak görüldüğünü, fakat siyasal güvenin dışında tutulduğunu ortaya koymaktadır.


Bu dönem aynı zamanda Justinianus’un iktidar tarzındaki derinleşen merkeziyetçiliği de gözler önüne sermektedir. İmparatorun gücünü yalnızca dış tehditlere karşı değil, içteki olası rakiplere karşı da konsolide etme arzusu, Belisarius gibi karizmatik ve halk nezdinde popüler figürlerin sistem dışına itilmesine neden olmuştur. Bu bağlamda, 562 yılında Belisarius’un rüşvet suçlamasıyla yargılanması ve kısa süreliğine de olsa hapsedilmesi, saray siyaseti açısından bir tür "karakter tasfiyesi" olarak yorumlanabilir. Her ne kadar kısa bir süre sonra affedilse de, bu olay onun siyasi yaşamının fiilen sona erdiğinin işaretidir.


Tarihyazımı açısından bakıldığında, Belisarius’un bu trajik düşüşü, zamanla mitolojik bir boyut kazanmıştır. Özellikle Orta Çağ Latin kaynaklarında ve daha sonra Aydınlanma dönemi Avrupası’nda Belisarius figürü, "gözleri oyulmuş, dilenmeye mahkum edilmiş sadık general" efsanesiyle temsil edilmiştir. Bu anlatı – tarihsel gerçeklikle birebir örtüşmese de – Bizans sarayındaki güvensizlik kültürünü ve kişisel sadakatin sistemsel karşılığının olmayışını simgesel bir düzlemde açığa vurur. Voltaire gibi düşünürlerce sahiplenilen bu efsane, otoriter iktidarın vicdansızlığına karşı bireysel erdemin trajik temsilidir.


Belisarius’un yaşamı, bir yandan Roma geleneğinin son büyük komutanını, öte yandan Bizans siyasetinin yapısal güvensizliklerini bünyesinde barındırır. Ne tam anlamıyla bir muhalif ne de saf bir mağdur olan bu figür, devletin kendi iç mantığını sorgulatacak ölçüde karmaşık bir mirasa sahiptir. Onun hikayesi, yalnızca savaş meydanlarında değil, sadakat ile iktidar arasındaki kırılgan çizgide de yazılmıştır.


Belisarius’un hayatı, Bizans İmparatorluğu’nun 6. yüzyıldaki siyasal, askeri ve ideolojik yapısını anlamak bakımından son derece kıymetli bir örnek teşkil etmektedir. Onun kişiliğinde, Justinianus’un Roma’yı yeniden ihya etme idealinin sahadaki karşılığı somutlaşmış; Dara’dan Kartaca’ya, Roma’dan Ravenna’ya uzanan seferlerde bu idealin sınırları ve sonuçları gözlemlenmiştir. Ancak Belisarius’un yalnızca bir askeri figür olarak değil, aynı zamanda siyasi bir özne olarak yaşadığı inişli çıkışlı kariyeri, Bizans siyasetinin doğasında var olan derin güvensizlik kültürünü de açığa çıkarmaktadır.


Justinianus’un mutlakiyetçi vizyonu içinde Belisarius, hem vazgeçilmez bir araç hem de potansiyel bir tehdit olarak görülmüştür. Bu ikili algı, onun zaman zaman saraydan dışlanmasına, yetkilerinin budanmasına ve nihayet itibarsızlaştırılmasına neden olmuştur. Bu süreç, Bizans siyasetinde başarı ile sadakat arasında kurulan kırılgan ilişkinin tarihsel bir örneğidir. Belisarius’un şahsında, devletin çıkarları ile bireysel meziyetlerin nasıl çatıştığı, imparatorluk yapısının hangi dinamiklerle işlediği ve kişisel sadakatin hangi koşullarda değersizleşebildiği gözlemlenmektedir.


Tarihsel bellek ise Belisarius’u yalnızca bir komutan değil, aynı zamanda trajik bir figür olarak hatırlamayı tercih etmiştir. Onun hikayesi, özellikle Batı düşüncesinde, adalet ile güç, sadakat ile iktidar arasındaki kadim gerilimin alegorisine dönüşmüştür. Bu yönüyle Belisarius, Bizans tarihinin ötesine taşan evrensel bir temsil gücüne sahip olmuş, devlet ve birey ilişkisini sorgulayan birçok düşünsel tartışmada yeniden anlam kazanmıştır.


Son kertede Belisarius’un yaşamı, Bizans İmparatorluğu’nun yalnızca askeri gücünü değil, siyasal aklını ve ahlaki sınırlarını da gözler önüne sermektedir. Onun hikayesi, zaferin her zaman ödül getirmediği, sadakatin ise çoğu zaman karşılıksız kaldığı bir dünya düzeninin, tarih boyunca süreklilik gösteren bir izdüşümüdür.


Kaynakça:


  • Prokopios - Bizans'ın Gizli Tarihi


  • Robert Graves - Kont Belisarios


  • James Allan Evans - The Age of Justinian: The Circumstances of Imperial Power


  • Averil Cameron - Procopius and the Sixth Century



Comentarios

Obtuvo 0 de 5 estrellas.
Aún no hay calificaciones

Agrega una calificación

Umur Özer Hakkımda

Hukuk, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi ve tarih alanlarında eğitim almış biri olarak, analitik düşünceyi ve disiplinler arası bakış açısını ön planda tutuyorum. Akademik yolculuğuma Bilgi Üniversitesi'nde hukuk...

 

Devamını oku

 

Bültenimize Abone Olun

Telif Hakkı © 2025 Umur Özer - Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page