top of page

Protestoların İzdüşümü: Türkiye ve Avrupa’daki Toplumsal Hareketlerin Ortak Dinamikleri

Güncelleme tarihi: 28 Mar



Son yıllarda Türkiye’de artan toplumsal huzursuzluk ve protestolar, yalnızca yerel dinamiklerle açıklanamayacak kadar geniş bir bağlamda ele alınmalıdır. Bilhassa Doğu Avrupa ülkelerinde son dönemde yükselen gösteriler ile Türkiye’de yaşanan eylemler arasında benzerlikler kurmak, bu hareketlerin arkasındaki yapısal nedenleri daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Nitekim Sırbistan’dan Macaristan’a, Slovakya’dan Yunanistan’a uzanan bir hatta, farklı ülkelerde benzer taleplerle sokağa çıkan kitlelerin ortak noktaları, Avrupa’nın doğusundaki sosyo - politik dönüşümün Türkiye’ye nasıl yansıdığını da gözler önüne sermektedir.


Evvela, Doğu Avrupa’da son bir yıl içerisinde meydana gelen protestoların temel nedenleri incelendiğinde, en belirgin ortak noktalar olarak otoriterleşme eğilimleri, yolsuzluk iddiaları ve ekonomik zorluklar karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, Sırbistan’da özellikle 2023 sonlarında ve 2024 başlarında görülen gösteriler, hükümetin medya üzerindeki baskılarını, yolsuzluk skandallarını ve seçim sürecine müdahale iddialarını hedef almıştır. Benzer şekilde, Macaristan’da da hükümetin yargıyı ve üniversiteleri kontrol altına alma çabalarına karşı protestolar düzenlenmiştir. Türkiye’de ise son yıllarda yargının siyasi bir araç haline gelmesi, medya üzerindeki baskının artması ve ekonomik krizin derinleşmesi, halkın kitlesel hareketliliğini artıran en önemli faktörlerden bazıları olarak göze çarpmaktadır.


Öte yandan Türkiye özelinde, son dönemde gerçekleşen protestoları anlamak adına Gezi Parkı olaylarından günümüze uzanan çizgiyi takip etmek gerekmektedir. 2013 yılında Gezi Parkı eylemleri, başlangıçta çevreci bir hareket olarak başlamış, ancak kısa sürede hükümetin otoriterleşme eğilimlerine karşı geniş tabanlı bir toplumsal tepkiye dönüşmüştür. Bugün yaşanan gösterilerde, Gezi'nin mirasının ve kolektif hafızasının izlerini görmek mümkündür. Ancak, 2025 Türkiye’sinde protestoların karakteri, 2013’e kıyasla önemli farklılıklar göstermektedir. Gezi döneminde, Türkiye ekonomisi "görece" istikrarlı durumdadır ve iktidarın baskıcı eğilimleri yeni yeni belirginleşmektedir. Bugün ise, derinleşen ekonomik kriz, halkın alım gücünü büyük ölçüde düşürmüş ve bilhassa genç nüfus arasında umutsuzluğa sebebiyet vermiştir. Yine, artan enflasyon, maaşların reel değerinin düşmesi ve işsizliğin yükselmesi gibi faktörler, toplumsal rahatsızlığı derinleştiren unsurlar arasındadır.


Bu noktada, Türkiye’deki protestoların sosyolojik bileşenleri de önem taşımaktadır. Gençler, kadınlar, işçi sınıfı ve akademisyenler, bu gösterilerde en aktif gruplar olarak öne çıkmaktadır. Son yıllarda artan kadın cinayetleri ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, kadın hareketlerini güçlendirmiş, feminist grupların kitlesel eylemlere katılımını arttırmıştır. Aynı şekilde, ekonomik kriz ve artan işsizlik oranları, işçileri ve emekçileri de sokaklara yöneltmektedir. Üniversitelerdeki baskılar ve akademik özgürlüğün kısıtlanması ise, gençleri ve akademisyenleri eylemlerin önemli aktörleri haline getirmiştir. Bilhassa Z kuşağı, mevcut iktidarın politikalarına karşı daha eleştirel bir tutum sergileyerek, sokak eylemlerinde ve sosyal medyada sesini giderek daha fazla yükseltmektedir. Z kuşağının varoluşsal kaygıları, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve siyasal özgürlük alanlarının daraltılması gibi öğeleri de içermektedir.


Türkiye’deki protestoların tarihsel bağlamı, 1980 sonrası siyasal dönüşüm içinde daha da derinleşmektedir. Farklı bir yaklaşımda bulunmamız gerekirse; 1989 Bahar Eylemleri, 1990'ların öğrenci hareketleri ve 2000'lerdeki işçi eylemleri gibi daha önceki toplumsal hareketlerin, bugünün protestolarının temellerini attığı da söylenebilir. Mezkur hareketlerin de aynı şekilde hükümetin otoriterleşen tutumlarına, ekonominin kötüleşen koşullarına ve toplumsal eşitsizliklere karşı bir tepki olarak ortaya çıktığı unutulmamalıdır. Ancak yine de, 2025 Türkiye’sindeki hareketlerin ve kitlesel eylemlerin hüviyeti, artan dijital mobilizasyon ve globalleşmenin etkisiyle önceki dönemdeki hareketlerden farklılıklar göstermektedir.


Türkiye’deki muhalefet partilerinin ve sivil toplum örgütlerinin protestolardaki rolü, dikkatle incelenmesi gereken bir diğer husustur. 2023 sonrasında, bilhassa ana muhalefet partisi CHP’nin ve çeşitli sol, liberal grupların sokak eylemlerine katılımında ciddi bir artış gözlemlenmiştir. Lakin bu tür bir katılımın "organizasyondaki yetersizliği", kitlesel eylemleri sınırlayabilmektedir. Öte yandan, özellikle gençlerin dijital platformlar üzerinden gerçekleştirdiği kitlesel hareketlilik, geleneksel partilerden bağımsız bir biçimde, halkın taleplerini dile getirmektedir.


Doğu Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye’deki protestoların bastırılma yöntemleri de ele alınması gereken bir diğer uzanımdır. Örneğin, Sırbistan’da gösterilere karşı güvenlik güçlerinin orantılı güç kullanımı görece sınırlı kalırken, Türkiye’de polis şiddeti, gözaltılar ve yargı eliyle baskı kurma yöntemleri daha sistematik hale gelmiştir. Bu durumun, ülkemizdeki sivil toplumun ve muhalefetin hareket alanını büyük ölçüde daralttığı, yadsınamaz bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak, sosyal medya gibi alternatif iletişim araçları, protestoların yayılmasını ve toplumsal bilincin gelişmesine olanak tanımaktadır. İktidarın sosyal medya üzerindeki kontrol çabalarına rağmen, internet ortamı hala daha muhalefet için önemli bir mobilizasyon aracı olmayı sürdürmektedir.


Ekonomik açıdan bakıldığında Türkiye’de yaşanan kriz, toplumsal rahatsızlığın derinleşmesinde rol oynayan bir diğer önemli faktör olarak öne çıkmaktadır. Artan enflasyon oranları, genç işsizliğinin artması ve yaşam maliyetinin yükselmesi, özellikle genç nüfusu ekonomik anlamda çaresiz bırakmış durumdadır. Ayrıca, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, özellikle işçi sınıfı ve emekçiler arasında büyük bir huzursuzluğa yol açmaktadır. Bu durum, Türkiye’deki toplumsal hareketliliğin temel dinamiklerinden biridir. Türkiye’de işçi hareketlerinin ve emek mücadelesinin tarihteki önemli yerini göz önünde bulundurursak, bugün yaşanan kitlesel gösterilerin ekonomik taleplerin yanı sıra toplumsal eşitsizliklere karşı da güçlü bir tepki oluşturduğunu söylemek mümkündür.


Sonuç olarak, Türkiye’deki protestolar, yalnızca hükümetin otoriterleşme eğilimlerine bir tepki olarak değil, aynı zamanda ekonomik zorlukların ve toplumsal eşitsizliklerin bir yansıması olarak da değerlendirilmelidir. Doğu Avrupa’daki benzer gösterilerle kıyaslandığında, ülkemizdeki hareketlerin daha sert müdahalelere maruz kaldığı, ancak halkın politik bilincinin ve direniş kapasitesinin de giderek arttığı açık bir biçimde gözlemlenebilmektedir. Önümüzdeki vetirede, Türkiye’nin iç dinamikleri ve beynelmilel konjonktür, bu hareketlerin seyrini belirlemede önemli bir rol oynayacaktır. Eğer muhalefet ve sivil toplum örgütleri, bu süreci iyi yönetebilirse, toplumsal hareketlerin Türkiye siyasetinde daha etkin bir güç haline gelmesi ise kaçınılmaz olacaktır.

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Umur Özer Hakkımda

Hukuk, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi ve tarih alanlarında eğitim almış biri olarak, analitik düşünceyi ve disiplinler arası bakış açısını ön planda tutuyorum. Akademik yolculuğuma Bilgi Üniversitesi'nde hukuk...

 

Devamını oku

 

Bültenimize Abone Olun

Telif Hakkı © 2025 Umur Özer - Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page