Iesus Nazarenus Rex Iudaeorum / Nasıralı İsa, Yahudilerin Kralı
- Umur Ozer
- 23 Ara 2024
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 15 Nis

İnanmak, insani bir ihtiyaçtır. Binaenaleyh bu ihtiyacın bir tezahürü olarak yüzyıllar hatta binyıllar boyunca insanlık, hem belirli bir ölçüde iki doğayı/hüviyeti (insani ve ilahi) tek vücutta bir araya getiren hem gök ile yer arasında tabiri caizse bir köprü inşa eden hem de kurtarıcı niteliğine haiz şahsiyetler yaratmaktan geri kalmamıştır. İnsan topluluklarının düşünce sistemlerinin temeline yerleştirdikleri söz konusu simalar kimi zaman beklenen etkiyi yaratamazken, kimi zaman da istisnai başarılar elde etmişlerdir. bu başarıların en çarpıcı örneklerinden biri de etkisi günümüze kadar devam eden ve geniş kitlelerce kabul görmüş Nasıralı İsa'nın hikayesidir.
Önceden bir marangoz olan akabinde ise gezgin bir vaiz hüviyetine bürünen İsa; saray yaşamından bihaber, aristokrasinin değerlerini bir köylünün ağzıyla basit ve yalın bir şekilde ifade eden, karşısındakinin zengin ya da nüfuzlu biri olduğuna aldırmayan, hitap ettiği insanlardan hürmet gören, tevazu sahibi bir kimsedir. Onun ve öğretisinin evrensel nitelik kazanması, bu dünyadan göçmesinin akabinde gerçekleşecektir.
İsa'nın tebliğinde defaatle getirdiği gibi vaat ettiği krallık dünyevi değil, uhrevidir. Ancak mensubu olduğu Yahudi toplumunda kadim zamanlardan beri devam eden ve o dönemdeki Roma tabiyetiyle iyice şiddetlenmiş hale gelen mesih beklentisi, Nasıralı'nın mesajının insanlar tarafından farklı algılanmasına sebebiyet verecektir. Yunancaya Christos şeklinde çevrilen "Mesih" (Maşiah) kelimesi, "efendinin merhemi" anlamına gelmektedir ve sadece bu anlama bakıldığında bile Yahudilerin bekledikleri Mesih'e atfettikleri önem, kendini bariz bir şekilde göstermektedir. Yahve, İsrailoğulları'na ebedi krallık sözü vermiştir ve Davut'un soyundan gelecek olan Mesih'in onlara liderlik etmesi gerekmektedir. Aslında Nasıralı'nın mevzubahis Kahramanlık Kültü'nün merkezinde yer alması kendi icraatları ile değil, ölümünün akabinde On İki Havari'nin içinde yer alan ve ekseriyetinin rabbani geleneğinden geldiği, kimilerinin de İznik Konseyi'nde kabul edilen ekümenik hüviyetteki İncillerin yazarlarından olduğu Pavlus, Yuhanna, Luka gibi isimlerin faaliyetleri ile hasıl olmuştur. İsa'nın vaat ettiği krallığın yeryüzündeki tezahürünün temsil ettiği kurumlara kutsiyet atfetmek ve doğmakta olan hristiyan dünyada bu kurumlara, "hak ettiği" değeri verebilmek için; iktidarın tanrıya ait olduğunu ve ondan geldiğini tüm müminlere hatırlatmak ve böylece monarşiyi kutsal bir kurum haline getirmek için yukarıda bahsini geçirdiğimiz isimler tarafından toplumun algısı manipüle edilerek bu şekilde bir yol haritası izlenmiştir.
Örneğin Yahudilikte soyun kadınlardan tevarüsü çok eski bir gelenek olmasına rağmen İncil yazarları tarafından, İsa'nın "üvey babası" olan Yusuf'un kral Davut'un soyundan geldiği iddia edilmiş ve bu sayede İsa'nın veraset hakkı meşru bir zemine oturtulmuştur.
Tabi ki beklenen mesihe dair vuku bulması gerekenler bununla da sınır kalmaz. Eğer Nasıralı, insanlığı içine düştüğü çukurdan çekip çıkaracak kişi ise anlatıla gelen hikayesinde hiçbir boşluğun olmaması ve her detayın düşünülmesi gerekmektedir. Bunun için de yahudilerin geleneksel anlatısından yani Eski Ahit'ten faydalanılarak görece sağlam temellere oturtulmuş kahramanın yolculuğuna dair bir hikaye oluşturulur.
Kralın Doğumu
Caesar Augustus, tek başına iktidara gelmesinin akabinde bütün Roma dünyasında bir nüfus sayımının yapılması için bir buyruk çıkarır. Bu emir üzerine İsa'nın üvey babası olan Yusuf da Davut'un soyundan geldiği için Celile'nin Nasıra kentinden, bağlı olduğu Yahudiye bölgesine, Davut'un kenti Beytlehem'e gider. Yanında "hamile" olan "nişanlısı" Meryem de vardır. Bu sırada Meryem'in doğum vakti gelir. Handa yer bulamayan çift, bir mağaraya yerleşir ve İsa'nın doğumu, peygamberlerin hayatlarında sıkça gördüğümüz bir metafor olan mağarada gerçekleşir. Bu mekan; vahye, zuhura, murakabeye uygundur. (bkz: Kutsal Kabir Mağarası).
Doğumun akabinde yine peygamberler açısından bir başka önemli metafor olan çoban simgesi ortaya çıkar. Mağaradan çıktıktan sonra Yusuf, Meryem ve İsa, geceyi kırlarda çobanlar ile beraber sürüyü gözleyerek geçirir. Kadim toplumlarda bilhassa Mezopotamya ve çevresinde peygamber, kral gibi figürler, çobanlar ile bir tutulur. Halk bir sürü ise onu güdecek olan peygamber, kral yani çobandır.
Nasıralı'nın doğumuyla beraber hasıl olan olaylar bunlar ile de sınırlı kalmaz. Kilisenin anlatısına göre doğumundan 2 hafta sonra Mazdekçi rahipler, doğunun bilgeleri, astronomlar, müneccimler diye anılan kimseler bebek İsa'yı görmeye gelirler. Onlara gözüken "yeni yıldızı" takip ederek Kudüs'e varmışlardır. İsa'nın yıldızı, yine bir kraliyet göstergesidir. Müneccimler, yeni doğanın peygamber veya mesih olduğundan şüphe etmezler ve ona hemen unvanı ile hitap ederler. Bu gelişmelerin akabinde o dönemde Roma tarafından atanmış olan Yahudiye eyaletinin kralı olan ve tek hükümdar olabilmek adına kendi öz evladını öldüren Hirodes paniğe kapılır ve Beytüllahim'deki bütün "iki ve iki yaşından küçük erkek bebeklerin" öldürülmesi emrini verir. Ancak tanrının, katliamdan kurtulan bebek İsa için farklı planları vardır ..
Çölde Ayartma
İsa'nın çocukluğu ve gençliği ile alakalı neredeyse hiçbir şey bilinmemektedir. Ancak hayatının erken dönemlerinde dikkat çeken önemli bir husus, Ürdün Nehri'ndeki vaftiz hadisesidir. Bu vaftiz, aslında "kahramanımızın" kamusal hayatının başladığına işaret eder ve kraliyet yetkilendirmesi ile ilişkilidir. Öte yandan vaftiz günü aynı zamanda vahiy günü'dür çünkü kutsal ruh o gün kendini göstermiş ve tanrının sesi, İsa'nın ilahi nesebini ilan ederken duyulmuştur. Vaftizin hemen akabinde İsa, oruç tutmak için çöle inzivaya çekilir ve 40 gün burada kalır. (bkz: peygamberlik alametleri)
Çölde geçirdiği zaman aralığında İsa, şeytanın vesveselerine maruz kalır. Kahramanımıza "hata" yaptırmayı uman şeytan, elinden geleni ardına koymaz. İsa'yı alıp Kudüs'e, yüksek bir dağın tepesine taşır ve önce İsa'ya eğer isterse, aç olduğu için taşları ekmeğe çevirebileceğini söyler. Bu öneri, doğa yasalarını çiğnemek anlamına gelmektedir ancak Nasıralı oyuna gelmez. Şeytan giderek tekliflerini yükseltir ve son olarak Nasıralı'nın kabul etmesi takdirinde İsrail'e hak ettiği egemenliği ve "denizden denize" hükümranlık edecek mesih unvanını kendisine vereceğini taahhüt eder. Ancak İsa, şeytana ileride Pontus Pilatus 'a da söyleyeceği meşhur cevabını verir: Benim krallığım bu dünyada değil.
Göklerin Krallığı
Yukarıda son olarak bahsini geçirdiğimiz çarpıcı olayın akabinde İsa, vaaz vermek için kent kent, bölge bölge dolaşmaya başlar ve konuşmalarında defaatle tanrının krallığı ve göklerin krallığı gibi ifadelerden faydalanır. Bu, Yahveh adını taşıyan tanrıdan "o" diye bahseden ve bu ismi zikretmekten çekinen bir halkın, gök kelimesini kullanarak başvurduğu "edebi kelamın" bire bir aynısıdır. İsa, vaazlarında belirsiz değinmeler ile söz konusu krallığın tanımlarını verir. Ancak "bilerek ve isteyerek" muğlak yaptığı bu tanımlar, aslında tanrının vaat ettiği krallığın tanımlanamaz olduğunu göstermektedir. Nitekim vaazlarından biri sırasında çoşkulu kalabalık onu kral olarak omuzlara kaldırmak istediğinde buna izin vermemiş ve aslında böyle yaparak yahudilerin mesih beklentilerini, onların tahayyüllerindeki gibi karşılamayacağını anlatmak istemiştir. Bu olayın akabinde "dağa, tek başına inziva çekilen "İsa, ertesi gün geri gelir ve halka hitaben uzun bir konuşma yapar. Gökten geldiğini, "bedeninin yenmesi ve kanının içilmesi" gerektiğini söyler. Lakin doğal olarak kalabalık, Nasıralı'nın demek istediğini anlamaz ve Yuhanna'nın kitabında da belirttiği gibi "müritlerinin çoğu ona eşlik etmeyi bırakır ve onu terk eder."
İsa'nın vaat ettiği krallık, Yahudilerin hayallerini süsleyen dünyevi krallık değildir. Nasıralı'nın vaat ettiği göklerin krallığı; "yeni insanın doğuşunu, ruhun kökten değişimini" yani Metanoia'yı talep etmektedir. Bu krallıkta dünyanın mevcut halinin ilga edilmesi ve yozlaşmış olan eski dünyanın yerini "yeni bir dünyaya" bırakması gerekmektedir (bkz: Nuh Tufanı). Ancak onun öğretisini anlamaya muktedir olmayanlar, ısrarla Hamsin Yortusu'nda Mesih'in getireceği "kurtuluş" ile tanrının krallığı'nın yeryüzünde kurulacağına dair inançlarını muhafaza etmeye etmişlerdir ...
Kraliyet Mucizeleri
İsa'nın tebliği esnasında kalabalıkları yaratan, öğretisi kadar Yahudilerin onu izlemesidir. gittiği hemen her yerde birtakım mucizeler gerçekleştirir Nasıralı. körlerin gözlerini açar, sağırların işitmesini sağlar. simgesel anlamlar barındıran mevzubahis mucizeler, aynı zamanda birtakım bilge dersler de ihtiva eder. İncil yazarları, bir seçim yaparak "kahramanımızın" yalnızca "40 kadar mucizesini" kitaplarında aktarır. doğal düzeni yeniden tesis etmeyi hedefleyen bu mucizeler ekseriyetle hastaları sağaltma, şeytan çıkarma, ölüleri diriltme (Yair'in kızı, Nain'deki dulun oğlu ve meşhur Lazarus), bolluk (kana'daki düğünde suyun şaraba çevrilmesi) ve doğa üzerinde tahakküm kurması ( su üstünde yürümesi, fırtınaları yatıştırması) ile ilgilidir.
Kralın Kudüs'e Girişi
Önce Noel melekleri, sonra çobanlar ve müneccimler tarafından duyurulan ve İsa'nın hayatı boyunca vaazlarında defaatle aktardığı "kraliyet teması", Zeytin Dalı Pazarı'ndan çarmıha gerildiği cumaya kadarki süreçte zirve noktasına ulaşır. Onu tehdit eden tüm tehlikelere rağmen Paskalya bayramı'nı kutlamak için Kudüs'e gitmeye kara veren kahramanımız, yol üstünde Lazarus'u dirilttiği Beytanya'da durur. Orada akşam yemeğine davet edilir ve yemek sırasında Marta'nın kardeşi Meryem tarafından İsa'nın ayakları hintsümbülü yağı ile meshedilir. Daha önce mesih olduğu sırrını paylaştığı Samiriyeli kadın'a benzeyen Meryem, bu metaforda halkı temsil etmektedir ve Beytanya'daki bu meshetme ritüeli, bir kraliyet meshine işaret etmektedir. Ertesi gün İsa, Kudüs'e bir kral gibi girecektir ...
İsa şehre yaklaştıkça yahudiler endişelenmeye başlar ve meseleyi konuşmak için toplanırlar. Toplantıdan çıkan kararı açıklayan başkahin Kayafa'nın sözleri aslında İsa'nın hikayesi'nin nasıl sonlanacağının beyanı niteliğindedir: "Bütün ulusa yok olacağına, halk uğruna tek adamın ölmesi daha uygundur ..."
Tarihin bize öğrettiği bir şey varsa o da "kraldan" başka kimsenin kendinden olanları kurtarma umuduyla gönüllü bir şekilde kendini kurban sunmayacağı, herkesin selameti için kendi ölümüne gitmeyeceğidir. Yukarıda bahsini geçirdiğimiz Kayafa'nın sözleri, isa'nın çilesini tezyin eder. Yani bir tür kraliyet tezyinatı ...
2 nisan 30, cumartesi günü İsa'nın yolda olduğu haberi şehre yayılır. Halk, onu karşılamak için çoşkuyla yola koyulur. Lazarus'un dirilişi hikayesi, kulaktan kulağa yayılmış ve halk üzerinde büyük yankı uyandırmıştır. Pazar sabahı Beytfaci (incir evi) diye bilinen köye yaklaşınca takipçilerinden ikisine seslenerek karşıdaki köyde bulunan bir dişi eşek ile yanındaki sıpayı bulundukları yere getirmelerini ister. Böylece Nasıralı; yerleşik köylülerin gözünde dayanıklılığı, güvenilir adımları, ihtiyatı temsil eden, Mezopotamya kültüründe tanrıların, yunan kültüründe Dionysos'un bindiği eşeğin üzerinde Kudüs'e giriş yapar. Onu karşılamaya çıkan kalabalık, eşeğin sırtına binmiş İsa'da hacca gelmiş mütevazı bir şahsiyet değil; mesihi, kralı görür. Çoşkulu halk, Nasıralı'dan İsrail Krallığı'nı yeniden tesis edeceğine dair bir beyan beklemektedir ancak beklentileri yine hayal kırıklığı ile sonuçlanacaktır ve bu hayal kırıklığı bir anlamda İsa'nın ölümü esnasında halkın sessiz kalmasına sebebiyet verecektir ...
Kutsal Hafta
Zeytin dalı pazarından Son Akşam Yemeği'nin yendiği Kutsal Perşembe'ye uzanan beş günün, krallığı tartışmaya adandığına dair iddialar mübalağalı olacaktır ancak Kudüs'teki büyük monarşi nümayişinin zihinlerde kralın hiç olmadığı kadar belirgin izlerini bıraktığı izlenimine kapılmamak elde değildir. Kutsal Pazartesi'de İsa, üç benzetme yapmıştır. Bunların ikisi, bağdaki işlerden bahseder ve krallık çağrışımıyla neticelenir. Diğeri ise bir kralın, arkadaşlarını boşu boşuna davet ettiği düğün şöleni benzetmesidir. Salı günü "krallığın kapısını kapatan" fakihleri ve Ferisileri hedef alan, nadiren gösterdiği bir sertlikte uzun bir konuşma yapar. Etrafında dönüp durduğu iktidara gelişi meselesini dillendirir. Diğer tarafta ise Hirodes'in taraftarları, Caesar'a ödenecek vergi ile meşguldür. Bu sırada Yahuda ise İsa'yı ele vermek için bu dünyadaki muktedirler ile pazarlık halindedir ...
Efkaristiya ayini'nin temelini oluşturan Son akşam yemeği'nde havarileriyle sofraya oturan isa, yemekte elindeki kupayı göstererek tarihe geçecek şu sözlerini dile getirir: "Hepiniz bundan için. çünkü bu benim kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan anlaşma kanıdır."
Bu atmosferde kraliyet eşyalarında müstesna bir yere sahip olan kupanın, monarşi ile olan ilişkisini düşünmemek elde değildir ...
İsa'nın Mahkumiyeti
Nasıralı, Son Akşam Yemeği'nin akabinde On iki Havarisi'nden biri olan Yahuda İşkariyot'un eşlik ettiği kolluk kuvvetleri tarafından gece yarısı tutuklanır ve kaidelere göre güneş doğmadan mahkeme etmenin yasak olmasından mütevellit Başkahin Kayafa'nın kayınpederi olan Hanan 'ın evine götürülür. İsa, burada Hanan'ın sorduğu üzerine ona, Yahudiye İsrail'in beklediği Mesih olduğu cevabını verir. Gün doğduğunda kahramanımız, Yahudi halkının meclisi olan Sanhedrin'in huzuruna çıkarılır. Meclis de onu Roma valisi olan Pilatus'un huzuruna çıkarmaya karar verir. Pilatus, İsa'ya kendisine yönelik olan suçlamaları sorar ancak İsa uzun bir süre sessiz kalmayı tercih eder. Pilatus'un en çok üzerine durduğu soru; İsa'nın Yahudilerin kralı olup olmadığına dair olandır. Yuhanna'nın ve Luka'nın İncil'lerinde aktardıkları diyaloglar çarpıcıdır:
"Romalı tekrar sordu: "Sen Yahudilerin kralı mısın ?"
İsa cevap verdi: "Benim krallığım bu dünyada değildir. Krallığım bu dünyadan olsaydı yandaşlarım, yahudi yetkililere teslim edilmemem için savaşırlardı."
Pilatus anlamadı ve ısrarla tekrar sordu: "Demek sen bir kralsın, öyle mi ?"
İsa, "Kral olduğumu sen söylüyorsun." karşılığını verdi."
Sorgunun akabinde mahkeme odasından çıkan Pilatus, yahudilere hitaben şu açıklamayı yapar: "Ben onda hiçbir suç görmüyorum."
Pilatus, meseleyi tiran Hirodes'e tevdi etmeyi dener ancak İsa, ona da tek bir kelime söylememektedir. Bunun üzerine İsa, tekrar Pilatus'un denetimi altına verilir. İsa'nın canını bağışlamaya meyilli olan Pilatus, Paskalya bayramı hasebiyle bir mahkumu özgürlüğüne kavuşturma geleneğine başvurmayı dener. Ortada iki aday vardır: İsa ve "İsrail'in bağımsızlığını isteyen eskinin eşkıyası şimdinin mahkumu" Barabba.
Pilatus, halka hitaben yeniden seslenir: "Sizin için kimi salıvermemi istersiniz ? Barabba'yı mı yoksa mesih denen İsa'yı mı ?"
Halktan "barabba" cevabı gelir ... Hikaye olağanüstüdür. Barabba kelimesi, babanın oğlu anlamına gelmektedir. Aslında bu metafor üzerinden hareket edildiği takdirde geleneksel anlatıya göre Barabba, yani babanın/kralın oğlu kralın yerini alabilmektedir. Ancak Nasıralı'nın hikayesinin uhrevi doygunluğuna ulaşabilmesi için feda edilmesi gerekmektedir. Nitekim halkın cevabı karşısında çaresiz kalan ve kefaret arayışında olan Pilatus, Barabba'yı salı verir ve şu meşhur sözlerini söyler: "Bu adamın kanından ben sorumlu değilim ..."
Kanlı bir feda ile kralın arındırıcı kanının, insan neslinin üzerine akması gerekmektedir. Bu, İsa'nın ait olduğu halk aracılığıyla tüm insanlığa doğru yayılacak bir kefaret vaftizidir ...
Hakir Kral
Aslına bakıldığında Nasıralı'ya yöneltilen tek suçlama, egemenlik iddiasıdır ve böylesine görkemli bir şekilde (Mesih) ilan edilmiş egemenliğin tahkir edilmesi mevcut devlet otoritesi nazarında elzemdir. Binaenaleyh kahramanımızın kral olarak değil, bir suçlu olarak infaz edilmesi gerekmektedir. İnfazın gerçekleşeceği döneme tekabül eden Saturnalia bayramı gereğince Nasıralı, Karnaval Kralı olacaktır ve bu kutlamalarda öldürülmeden önce "monark" kılığına sokulan suçlu kimse, bir süre aşağılanarak infaz edilmektedir ... İsa, çarmıha gerilmek üzere askerlere teslim edildiğinde tüm birlik etrafını kuşatır. Önce elbiselerini çıkartırlar ve sonra İsa'nın üzerine kızıl bir kaftan fırlatırlar. Dikenli bir taç örüp başına geçirirler, sağ eline bir kamış verip, ona doğru dizlerini kırarak alaycı bir şekilde "Selam Ey Yahudilerin Kralı !" şeklinde selam verirler.
Bütün bu hakaretamiz sözlerin ve davranışların akabinde kahramanımız için son sahne kurulmuştur ve perde açılmayı beklemektedir ...
Nasıralı İsa, Yahudilerin Kralı / i.n.r.i
İsa, "soyulmuş kafatası gibi çıplak bir tepecik" anlamına gelen Golgota (Latince Calvariıum / Kafatası) tepesinde çarmıha gerilmiştir. Onun çarmıhı, iki hırsızın arasına dikilmiştir ve hırsızlardan biri ona "Ey İsa, kendi egemenliğin geldiğinde beni an." dediğinde İsa, "sana doğrusunu söyleyeyim, sen bugün benimle birlikte cennette olacaksın." yanıtını vermiştir.
Yazımızın başlığına adını veren Yahudilerin Kralı tabiri, Pontius Pilatus tarafından eyalet ahalisine karşı hıncını yatıştırmak ve imanını ilan etmek adına, aynı zamanda mahkumiyet sebebinin belirtilmesi gereğinin bir Roma alışkanlığı olmasından mütevellit ahşap bir levha (titulus) üzerine kimse görmezden gelemesin diye Latince, Yunanca ve Aramice yazılmıştır. Söz konusu yazı, Yahudi ahalinin itirazlarına rağmen indirilmemiş ve bir bakıma bu tabir Yahudi İsa'nın, Kral İsa'ya dönüşmesine ve tahta çıkış hikayesinin tamamlanması anlamına gelmiştir. İnfazın akabinde naaşın aileye verilmesi adet olmasa da Pilatus, Nasıralı'nın naaşını isteyen Aramatyalı Yusuf'un talebini kabul etmiş ve İsa, kaidelere uygun bir şekilde tepeye kazılan bir mağaraya gömülmüştür. Böylece doğduğu mağaradan defnedildiği mağaraya kadar kraliyet teması, Nasıralı'nın hayatı boyunca sürmüştür.
İsa'nın hayatına ve öğretisine dair daha fazla bilgi almak isteyenlere Yuhanna ile Luka İncillerini ve Karen Armstrong'dan İncil / Kitab-ı Mukaddes adlı eseri tavsiye ediyorum.
Comments