CHP’nin Kriz Stratejisi: Sokakta ve Sandıkta İmamoğlu Etkisi
- Umur Ozer
- 24 Mar
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 25 Mar

Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla birlikte, bir kez daha sokak protestolarının siyasi dengeler üzerindeki etkisinin tartışıldığı bir sürece girmiş durumdayız. Bu olay, yalnızca muhalefet ve iktidar arasındaki klasik gerilim hattını yeniden gündeme taşımakla kalmayıp; aynı zamanda muhalefetin stratejik yönelimini ve toplumsal meşruiyet alanlarını nasıl şekillendireceğine dair soruları da beraberinde getirmiş durumda.
Erdoğan’ın Kriz Yönetim Pratiği: Krizi Bir Siyasi Araç Olarak Kurgulamak
Objektif bir bakış açısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidar pratiğini, literatürde "kriz rejimi" kavramıyla örtüşen siyaset anlayışına benzetirsek, yanlışa düşmüş olmayız. 2007 Cumhurbaşkanlığı Krizi, 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları ve 2019 İstanbul Seçimlerinin iptali gibi kritik olaylar, Erdoğan’ın kriz anlarını yalnızca bertaraf etmekle kalmayıp bu anları iktidar konsolidasyonunun bir aracına dönüştürdüğünü ortaya koymaktadır. Binaenaleyh mevcut cumhurbaşkanı, krizleri "istisna hallerini olağanlaştırma" stratejisiyle yönetmekte ve olağanüstü durumları rejimin sıradan işleyişine dahil eden bir siyaset üretme biçimiyle hareket etmektedir.
Bu bağlamda, İmamoğlu’na yönelik gözaltı kararı, iktidarın kriz repertuarı içinde anlamlı bir yere oturmaktadır. Protestoların sokaklara taşmasıyla birlikte, Erdoğan yönetiminin klasik refleksi devreye girmiş; gösteriler “kaos” ve “istikrarsızlık” kavramlarıyla çerçevelenerek toplumsal algıda kriminalize edilmeye çalışılmıştır. Burada önemli olan, iktidarın bu protestoları “huzur” ve “güvenlik” eksenine oturtarak meşruiyet krizini baskılama eğilimidir.
Toplumsal Hareketin Niteliği: Tepkisel Bir Öfke Patlaması mı, Yoksa Yapısal Bir Dalga mı?
Türkiye’deki toplumsal hareketlilik, bilhassa 2013 Gezi eylemlerinden itibaren dönüşen bir karaktere bürünmüş durumdadır. İmamoğlu protestoları da bu anlamda iki temel çelişkiyi içerisinde barındırmaktadır:
Hareketin kentli, orta sınıf ve gençlik odaklı bir öfke patlaması niteliği taşıması.
Aynı zamanda Boğaziçi Direnişi ve son yıllardaki kadın yürüyüşleri gibi yeni kuşak sivil hareketlerin dilini ve eylem repertuarını yansıtması.
Ancak bu protestoların sürdürülebilirliğinin, ekonomik sıkışma ve güvenlikçi politikalar gibi dışsal faktörler ile doğrudan bağlantılı olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. 2023 seçimleri sonrasında daha da derinleşen ekonomik kriz, sokağa çıkan kitlelerin adalet taleplerini yalnızca hukuki bir düzlemde değil, ekonomik bir düzlemde de ifade ettiklerini göstermektedir.
Öte yandan Türkiye’de protesto kültürü, tarihsel olarak 1960’lardan bu yana hem öğrenci hareketleri hem de sendikal direnişler üzerinden şekillenmiştir. Günümüzde ise bu kültür daha çok kent merkezlerine, üniversite kampüslerine ve dijital medyaya taşınmış durumdadır. Binaenaleyh İmamoğlu protestoları hem siyasal hem de toplumsal bir gerilimin taşıyıcısı hüviyetine sahiptir. Ancak bu hareketin yapısal bir muhalefet dalgasına dönüşüp dönüşmeyeceği halen daha belirsizliğini korumaktadır.
Karşılaştırmalı Perspektif: Latin Amerika ve Doğu Avrupa Deneyimleri
Türkiye’deki bu sürecin, Latin Amerika’daki "popülist otoriterleşme" dönemlerine ya da Doğu Avrupa’daki renkli devrimler öncesindeki muhalif hareketlenmelere benzer dinamikler gösterdiğini de belirtmek gerekir. Örneğin, Viktor Orban’ın Macaristan’da uyguladığı medya kontrolü ve sivil toplum baskısı politikaları ile Erdoğan’ın güncel yaklaşımı arasında yapısal benzerlikler dikkat çekmektedir.
Brezilya’da Bolsonaro döneminde de muhalefetin sokak protestoları, üniversite hareketleri ve sendikal direnişler üzerinden yeni eylem biçimlerine evirildiği gözlemlenmiştir. Ancak her iki örnekte de, protestoların politik bir dalgaya dönüşmesinde, muhalefet partilerinin bu eylemleri sahiplenme ve kurumsal kanallara entegre etme becerisi belirleyici olmuştur.
CHP’nin Yön Arayışı: Kapsayıcı Siyaset ile Kurumsal Çekingenlik Arasında
CHP açısından bu protestolar, parti kimliğinin ve stratejisinin sınandığı kritik bir an olarak öne çıkmaktadır. CHP, 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kapsayıcı bir dil benimseyerek özellikle genç seçmenler nezdinde ciddi bir meşruiyet artışı sağlamıştır. Ancak köklü bir parti olması hasebiyle “kurumsalcı” reflekslerinden ve devlete yakın pozisyon alış biçimlerinden de tam anlamıyla kopabilmiş değildir.
CHP’nin özellikle seçim dönemlerinde “devlet aklı” ile “sokak muhalefeti” arasında sıkıştığı gözlemlenmektedir. Bu da partinin kriz anlarında ya pasif ya da ölçülü tepkiler vermesine neden olmaktadır. Ancak son dönemde özellikle gençlik kolları ve parti içindeki bazı dinamik aktörler aracılığıyla daha cesur çıkışların yapıldığına da söylememiz gerekmektedir.
Ekonomik Boykot ve Alternatif Eylem Biçimleri
CHP’nin bazı örgütleri aracılığıyla ekonomik boykot tartışmasını kamuoyuna taşıması, partinin klasik miting ve salon siyaseti dışında yeni eylem biçimlerine alan açtığını göstermektedir. Bu eylem türlerinin, Gezi ve Boğaziçi protestolarında olduğu gibi tüketim ve gündelik yaşam pratiklerine sirayet eden bir boyut kazanması da ihtimaller dahilindedir. Ancak bu girişimlerin henüz örgütsel derinlik ve yaygınlık açısından sınırlı kalmış durumda olduğu da unutulmamalıdır.
Burada önemli olan, Türkiye muhalefetinin sivil alanı genişletme becerisi ve sokakla kurduğu ilişkiyi kurumsal kimliğine entegre edebilme kapasitesidir. Latin Amerika’daki "genel grev" deneyimlerinden ya da Doğu Avrupa’daki "demokrasi mitingleri"nden farklı olarak Türkiye’de muhalefetin bu tür eylemleri daha çok spontane ve kısa vadeli refleksler üzerinden geliştirdiği gözlemlenmektedir.
Toplumsal Mobilizasyon ve Muhalefetin Geleceği
İmamoğlu kriziyle başlayan süreç, Türkiye’de iktidarın kriz üretme refleksi ile muhalefetin buna karşı geliştireceği yanıtların niteliğini yeniden sorgular hale getirmiştir. Sokakta şekillenen bu enerji, bir “hareket stratejisine” dönüşme potansiyelini taşımaktadır fakat bu potansiyelin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, muhalefetin hem eylem repertuarını hem de toplumsal karşılığını nasıl yapılandıracağı ile doğrudan ilintilidir.
CHP, yalnızca tepkisel değil; proaktif, yenilikçi ve toplumun geniş kesimlerini harekete geçirecek bir strateji geliştirmek zorundadır. Aksi halde protestolar, sönümlenen bir dalga olmaktan öteye geçemeyecektir.
Bu dönemeç, Türkiye’de muhalefetin sokağı bir araç mı yoksa bir amaç mı olarak gördüğünü, devlet-toplum geriliminde hangi cephede ve ne tür bir dil ile konumlanacağını da tayin edecektir. CHP’nin burada alacağı pozisyon, sadece kendi geleceğini değil, Türkiye siyasetinin gelecekteki yönelimlerini de belirleyecektir.
Belki de asıl sorulması gereken şudur: Türkiye muhalefeti, krizlerin ve protestoların ötesinde, kendi “dönüştürücü” kimliğini yaratabilecek mi ?
CHP’nin gençlik tabanını sokağa yabancılaştırmadan, ancak kurumsal meşruiyet alanını da kaybetmeden kuracağı denge siyaseti, yalnızca kendi geleceğini değil, Türkiye siyasetinin dönüşüm sürecini de belirleyecektir.
Sürecin seyri, Türkiye’de muhalefetin sokağı bir araç mı yoksa bir amaç mı olarak gördüğüne, muhalif aktörlerin devlet ve toplum arasındaki pozisyonlanmasına ve protesto siyasetinin ne kadar kurumsallaşabileceğine bağlı olarak netlik kazanacaktır.
Comments